Mü’min insanın mesela eşine ‘seni seviyorum’ sözünün doğal bir söz olduğunda şüphe yoktur. Helalliği ve yerindeliği açısından tenkit edilemez bir sözdür. Ama bir eşin eşine içini doldurarak samimi bir şekilde ‘seni Allah için seviyorum’ demesi daha değerli ve daha gerekli bir sözdür.
Aynı şekilde insanın doğurup büyüttüğü çocuğuna ‘seni seviyorum’ demesi en tatlı ve en doğal sözlerden biridir. Baba olarak büyüttüğü çocuklardan birine mü’min bir insanın ‘yavrum seni Allah için seviyorum’ demesi dünya terazileri ile tartılamayacak kadar mükemmel bir sözdür. Gümüşle altının birleşmesi kadar güzel bir sonuç getirir böyle bir söz. Bu, ‘siz benim nazarımda Allah’ın teminatı ve güvencesi altındasınız, sizi öyle görüyorum, bilesiniz!’ ifadesinin karşılığıdır. Bir faninin teminatı altındaki çocukla, bir faninin Allah’ın teminatı altındaki çocuğu sahiplenmesi arasındaki fark ve üstünlük bu ifadeden kolaylıkla okunabilir. Bu baba, bu anne ve o çocuk başkadır artık.
‘Allah için’ sözünün ağırlığını mü’min insana beyan etmeye gerek yoktur. Allah sözcüğü ne anlatıyorsa ‘Allah için’ ifadesi de onu anlatır. Basit bir dil yuvarlaması olarak kullanılan deyim değildir bu sözcük.
Anne babaların çocuklarına olan alakalarını ‘Allah için’ seviyesine yükseltmeleri belki bugünün fetih bekleyen alanlarından biridir. Allah’ın kullarının, Allah’ın yaratması ile ebeveyn/evlat ilişkisi içinde bulunanları olarak yaratan ve yaşatan, diriltecek olan Allah’ın rızasını şemsiye yapan idrake sahip olmaları tam anlamı ile fethedilmeyi bekleyen bir alandır. Evlatlar, babalara ve annelere yönelik seslenişlerini ‘Allah için’ düzeyine yükselttiklerinde bir nevi miraca yükselir gibi yükselen mü’min insan profili sergilemiş olurlar. O anne ve babaların bu evlatları, yarının cennetlerinde biiznillah koltuklara yaslanmış ve bu fani dünyadaki çilelerini unutmuş, cennet nimetleri içinde yüzüp duran kullardır.
Allah’a kulluğu, Müslüman hayat yaşamayı, Peygamber aleyhisselamın edebiyle yetişmiş nesil olmayı böyle anlamaya mecburuz. Eğer ahlâkımız dinimizden kaynaklı olacaksa ahlâkımız budur. Ahlâkımızdan ecir bekleyeceksek ecir ölçüsü de budur. ‘Allah için’ olmayı eşlerimizle ilişkimize, çocuklarımıza ve ebeveynimize bakışımıza yansıtacağız. Dille söylenmesi kolay gibi duran bu ‘seni Allah için seviyorum’ ifadesinin içini ne kadar dolduracağımızı dert etmeye de gerek yoktur. Zikir yaparken ‘Allahuekber’in içini ne kadar doldurabiliyorsak, tesbihimizdeki tesbihatın muhtevası günlük hayatımızda ne kadar bizimle orantılı ise bu da o kadar olacaktır.
Aile fertleri içinde ‘seni Allah için seviyorum’ düzeyini camide namaz kıldığımız mü’min kardeşlerimize yönelirken kullanabiliriz. Kullanınca da hakkını vermeyi dert edinebiliriz. Sılayırahim bağlantılarımızı oluştururken sıradan iş yapanlarla seviyeli iş yapanlar arasındaki belirgin işaret, ne kadar Allah için yaptığımız değil midir? Bir hala ziyaretini, bir teyze eli öpmeyi bizi Allah’a yaklaştıran amele dönüştürmek de yöreselliğin kırsalında terk etmek de mümkündür. Medine kültürümüz ise bir el öpmeyi, bir hasta ziyaretini, bir sadakayı, bir tebessümü ve iki insanı bir arada tutan bütün eylemleri Rabbimizin huzurunda sevap olarak bulabileceğimiz bir amele dönüştürmeyi emretmektedir. Bu bir ibadet telakkisi olarak da izah edilebilir.
Ticaretimiz, basit bir ziyaretleşmemiz, selamlaşmamız mü’min olarak ve mü’min kalitesinde olduğu zaman bizimle beraber bulunan melekler için kayda değer iş niteliği taşımaktadır. Rabbimiz bizi mescitlerde huzurunda secde ederken görmeyi murat ettiği gibi iki mü’min insan olarak bir arada bulunduğumuzda iman şemsiyesi altında birbirlerinin kardeşleri olarak görmeyi de murat etmiştir. Yeryüzünde alnımızın toprağa secde ettirilerek kulluk icra etmemiz ne kadar isteniyorsa bizden, mü’minlerden oluşan bir toplum olduğumuzda da nefislerimizi diğer mü’min kardeşlerimize karşı secdeye getirir gibi kardeşliğin gereklerine eğmeye mecbur değil miyiz? Camide namaz kılmamızı emreden ayetler kardeşlik çizgilerimizi çizen âyetlerdir. Kulluk budur. Nefislerimiz için zor olsa da budur kulluk. Mü’min olmanın tabii gereğidir bu.
Kâ’be’nin etrafında tavaf ederken kimliğimiz bizi buna mecbur eder. Sadaka verirken, tebessüm ederken, hastanın yanında ona dua ederken buyuz, böyleyiz. Evde eşler birbirlerine sevgi beyan ettiğinde sevgilerini ‘Allah’ şemsiyesi altına sokmaya mecburdurlar. Mü’min aile o ailedir. Mü’min toplum da onların oluşturduğu toplumdur.
Böyle bir toplum olmamızı emretmiyor mu Rabbimiz?