Kur’an’ımızın “ey insanlar!” diyerek Allah’a çağırdığı günden beri yeryüzünde İslam adına çalışmalar yapılmaktadır. Başta ashab-ı kiram olmak üzere Allah’a ve ahiret gününe iman edenler, imanlarının gereğini yapmak için gayret içinde olmuşlardır. Mü’minlerin yaşadığı küçük bir köyde kerpiçten bir mescit inşa etmekten Afrika’da, Endülüs’te ve farklı yerlerde pek çok İslam devleti tesis edilmesine kadar her ortamda bu temenninin tezahürünü görmek mümkündür. Allah’a iman eden bir fert veya grup açısından Allah için bir iş yapma olarak görürüz bunu.
Allah onlardan razı olsun, ashab-ı kiram bu başlık altında yapılabileceklerin en güzelini ve en heyecanlısını yaptılar. Allah için ne-nasıl yapılabilir, onun kıyamete kadar baki kalacak örneklerini icra ettiler. Fert olarak bulundukları yerde fert olarak, grup oldukları yerde de fert durumundaki oluşumlarına Allah için iş yaptırmayı becerdiler. Evlerinde Allah’a teslim olmuş Müslüman kimlikleri ile cemaatlerinde iş yaparken yine Allah’a teslim olmuş kimlikleri ile iş yaptılar. Özel kişilikleri ile tüzel kişilikleri aynı eksende durdu. Müslüman’a haram gördüklerini cemaatlerinde mubah olarak anlamadılar. Müslüman oluşumlar cami ile sınırlandırılmış alanları temsil etmedi.
Allah adına bir araya gelmeyi ibadet gördüler. Çatı ismi Ümmet olan bir birliğin içinde ‘bir arada’ yapılacak her işte en temel şart eksen şartı oldu onlar için. Bu eksen, Allah için ve Allah’ın dinine göre iş yapma ekseni idi.
Müslüman kimliği ile beraberlik oluşturanların ‘Müslümanlık ekseninde kalma’ ilkesinden taviz verilemez. Verilebilecek her taviz, fark edilsin veya edilmesin, ‘Müslüman kimlik’ üzerinde kaymalar ve erimeler çıkarır. İsimlerin ve markaların İslam’a mal edilmiş olması, iddiaların büyük idealler üzerine kurulması bu acı gerçeği değiştirmeyecektir. Allah’ın dini İslam bellidir, yeryüzünde Kur’an etrafında bir hayat oluşsun, Peygamber aleyhisselam tek önder olsun diye vardır. Allah’a iman edenler yani hak üzere olanlar aziz olsun diye vardır. Haramların yok edilebildiği ve farzların icra edilmesinde sorun olmayan toplum İslam toplumudur, en azından gayesi böyle olan toplumdur. Tek başlarına bulunduklarında taviz vermedikleri ilkelerinden oluşturdukları yapılanmalarda taviz verilmesinde sakınca görmeyenler, ilk mübarek neslin izini gütmekte sorun yaşamaktadırlar.
İlk neslin üzerinde açıkça okunabilen eksende kalınmadıkça markalar Müslüman kimlikli iş yapma belgelerimiz niteliğinde değildir. Bu nedenle Allah Teâlâ’nın açık bir emri olan istişare/şûrayı birinci prensibi yapmayan bir oluşum, eksen kayması yaşamaktadır. Onu oluşturanların fertler olarak dinî hayat sahibi kimseler olmaları o oluşuma İslamlık katamaz. Fiilî ve realitede gözlemlenebilen bir şûraya kadar kat edilecek yol uzun bir yoldur. Özel hayatta, haram olduğu için uzak durulan bir iş veya sözün, İslam ismi ile bir araya gelmişlerin arasında kaynatılabiliyor olması din adına bir arada olma ama dine göre olmama sonucu getirecektir.
Mü’minler olarak bizim oluşumlarımız bizim akidemizi, bizim fıkhımızı yansıtır. Beceremediklerimiz olabilir ama arada erittiklerimiz, yok kabul ettiklerimiz olmaz. İhtiraslarımızın bir nevi tatmin edilmesi sonucunu getirebilecek sözler, davranışlar ve uygulamalar Allah’ın rızasına ulaşma hedefimizi engelleyebilir.
Dinimiz adına ve araya gelirken iki temel ölçü üzerinden ne kadar eksende kaldığımız ya da eksenden kaydığımız anlaşılabilir. Bunların birincisi şûradır. Bir kişinin veya bir grubun düşünceleri ile mahdut yapılanmalar ümmeti yansıtmamaktadır.
Ümmeti yansıtmadığı sürece de adına ‘İslamî’ takı getirilmesi kurtarıcı olmayacaktır.
İkinci husus da şudur: Bu ümmete Kur’an’ımızın gösterdiği yaşam tarzı olan ve ümmet için bir nevi otokontrol anlamına gelen emr-i bi’l-maruf ve nehy-i ani’l-münker ne kadar aktiftir? Eğer bu iki sorgulama noktasında sorun yaşanabiliyorsa eksende de sorun var demektir. Büyük ideallerimizi küçük bir mekâna hapsettiğimizin belgesi durumundadır bu görüntü. Ashab-ı kiramın ekseninde kalmak feragat edilemez bir şarttır.