Müslüman olarak kendimizi Kâbe’ye yönelen yani kıblesi Kâbe olan insan diye tarif edebiliriz. Bunun doğru olduğunda da hiçbir şüphe yoktur. Yönü Kâbe olmayanın Müslüman olması mümkün değildir. Yönümüz ve tavaf yörüngemiz Kâbe olduğu için de Allah’a hamd ederiz.
Yalnız Müslüman olmayı sadece Kâbe etrafında tavaf etme ile sınırlandıramayız. En önemli göstergelerden biriyse de Müslüman olmak hayatın tamamı içinde Allah’ın kulu olma sınırlarında kalmayı başarmayı gerektirmektedir. Hava, su, toprak, bitki, insandan başka canlılar yani Allah’ın hizmetimize verdiği bütün nimetler bizim insan olmaya bitiştirdiğimiz Müslümanlığımızın niceliğini gösteren noktalardır. Yiyip içmemiz, giyinmemiz, barınmamız, kullandığımız bineğimiz, düğünümüz veya matemimiz, eğlencemiz, sosyal ilişkimiz dinimizin eksen olduğu bir daire içinde yürüttüğümüz insanî eylemlerimiz olacaktır. Tavaf için Kâbe etrafında dönüyor olmamız bizi Müslüman olarak simgeliyorsa hayatı yaşadığımız bütün alanlar da Müslümanlığımızın simgelendiği bir alanda yürümelidir. Kiliseye hapsedilmiş Hristiyanlıkla âlemlere inmiş Müslümanlık arasındaki en bariz farklardan biri budur. Bu bir hayat tarzıdır ve ihtiyarî bir tarz da değildir; Müslüman olmanın gereği hatta şartıdır.
Mal edinme ve biriktirme arzumuzu bizi yaratan Rabbimiz içimize koymuştur. Mal sevdiğimiz için kınanacak değiliz. Çokça mal biriktirmiş olmamız da sicilimize günah olarak yazılmamaktadır. Mala esir olmak, malı asıl sahibi olan Allah’ı unutarak edinmek ve kullanmak ise adımıza bir vebal oluşturmaktadır. Mal ve mülk Allah’ındır. İnsan Allah’ın mülkünde emanetçiden başka biri değildir. Emanetçinin emanet üzerindeki hatalarında sorumluluğu olur. Haddini aşmak ve kuralsız yaşamak hatadır ama malın kendisi hata nedeni değildir. Namazı abdestsiz kılamadığımız gibi malı da Şeriatsız kullanamayız.
Namazın abdesti neyse malın helal/haram ölçüleri de odur. Emanetçisi de olsak mal üzerinde savurganlık yapamayız. Savurgan Müslüman da olamaz, savurgan Müslüman toplum da. Allah Teâlâ bizi camilerde abdestsiz görmek istemediği kadar mal savurganı olarak da görmek istememektedir. Zevklerimizin bize yaptığımızı meşrulaştıran hisler aşılaması mal üzerindeki uygulama hatalarını meşrulaştırmaz. Muhakkak Şeriat ölçüleri ile mal edinen, biriktiren ve kullanan olmak zorundayız. İslam hayat için gelmiş, hayat da mal ile ayakta duruyorsa tam anlamı ile bir dindarlık testi noktası üzerindeyiz demektir.
Mal ile ilişkimizin bir dindarlık göstergemiz olacağını asla unutamayız. Ölçüsüz yeme içme sadece bedene zarar açısından düşünülemez. Aynı zamanda nimetler üzerindeki savurganlık olarak da bizi yıpratmaktadır. Mesken, binek vasıtası üzerindeki harcamalarımızın ne kadar gerekli ve tabii ne kadar da şeytanın kardeşleri olmaya zemin oluşturacak bir savurganlık olduğu gözden kaçmayacak bir işarettir. İhtiyaç karşılama ile bir nevi mal etrafında kör döngü içinde boğulma arasında kalmışlık da dinden uzak bir yaşantıyı gösterir. Asıl vatan ve asıl mekân olan ahireti en iyi ifade ile erteleme olarak yansıyabilecek alışverişler, tüketimler ahiret adına kayıptır.
Yokluktan geldiği hâlde varlığı görünce ölçüsünü yitirenler, mala tapınır gibi yaşayanlarla beraberlikte sakınca görmeyenler, bu hayatın olduğu gibi bir imtihan ve içindekilerin de fitne olacağını hatırlarından çıkaranlar yanılmaktadırlar. İmtihandayız, zorlu bir ahiret yolunda gidiyoruz. Fanilerin ortasında ebedi olana yöneldik. Dünyadayız ama dünyacı değiliz, dünyalık da değiliz.
Bu büyük hakikatleri unuttuğumuz bir hayat tarzıyla kendimizi helake sürüklemiş oluruz.
En başta eşlerin birbirlerini ikaz etmeleri gerekirken, birbirlerinin fitnesi olmaları da aile mahremiyeti başta olmak üzere kaybettiğimiz pek çok değerin temel nedenini oluşturmaktadır. İnsandan değerli mobilyalar, ölçüsüz tüketim, bereketsizliği benimseme ya da bereket hassasiyetini kaybetme, Kur’an’ımızın önümüze koyduğu önceki ümmetlerin helak oluş serüvenini anlayamama başımıza gelmiş musibetlerdendir. Bireyler veya toplum olarak bu noktada bulunmuş olmamız bir şey değiştirmiyor. Zorunlu olanla keyfi olan arasında fark görememek hayata bakan gözün kör olmasından başka bir şey değildir.
Psikolojik sorunlarla boğuşan bir toplum hâline gelmemizde mal savurganlığı ve malın bizi savurması büyük oranda etkili bir nedendir. Toplumu nefes alamaz duruma getiren dini, psikolojik, sosyal, ekonomik, siyasi sorunların hatta dengelerini kaybeden coğrafyanın alt yapısını insanın mala düşkünlüğü Şeriatsız kurallarla sürdürmesi oluşturmaktadır. Hayatı bir tuş üzerinden sürdürmeyi sıradan bir nimet olarak algılayan ve en temel ihtiyaçlarını bile tuş üzerinden görmekte sakınca bulmayan anlayış, kendi sonunu hazırlayan anlayıştır. Bencilleşmiş, nefsinin arzularına tapınır duruma gelmiş, hak ve hürriyeti için nefes alan insan Allah Teâlâ’nın mükerrem olarak yarattığı insan olabilir mi?
Yarın Allah’ın huzurunda hesap vereceğine inanan mü’minler olarak bizim hesabımız sadece vergi hatta sadece zekât ve vergi üzerinden olamaz. Daha derin ve daha kapsamlı hesaplamalar yapmak durumundayız. Tükettiklerimizin faturası olduğu gibi tavırlarımızın da faturası olacaktır şüphesiz. Bu bir fatura meselesidir.
Çocuklarının arzularını ilahi bir emir zannedecek kadar tüketirken tükenen çocuklar yetiştiren nesil olarak İsra suresinin on altıncı ayetini ve tefsirini defalarca okusak iyi olur zannediyorum.