İnsan ve Cin Şeytanlar

En’am suresinin 112. âyetinde Allah Teâlâ, bugün dikkat etmemiz gereken bir noktayı bize bildirmektedir. Bu nokta, batılın planlama ve uygulama çapında bir cin ve şeytan koalisyonu içinde olduğunu haber vermektedir. Âyet şöyledir: ‘İşte böylece biz her Peygambere insan ve cin şeytanlarını düşman kıldık. Bunlar aldatmak için birbirlerine yaldızlı laflar fısıldarlar. Rabbin dileseydi bunu yapamazlardı.’

Âyet, açık bir üslupla şunları tekit etmektedir:

a) Her peygamberin düşmanları olmuştur. Peygam­berler boş bir alanda ve düşmansız bir meydanda vazife icra etmemişlerdir.

b) Peygamberlerin karşısına konan bu düşmanlar, bizim şeytan olarak bildiğimiz meşhur düşman ve onun nesli olan cinlerden olduğu kadar insanlardan da müteşekkildir. Peygamberlerin karşısına çıkan bu cinlerin ve insanların ortak vasfı şeytanlıktır. Düşmanlık yapmada da beraberlik içinde olmuşlardır. Bu da, şeytanın insanlaşması ya da insanın da şeytanlaşması gibi bir sonuç getirmektedir. Netice olarak da bu iki kitle, yani şeytanlaşmış insanlar ve şeytansı cinler topluca aynı düşmanlığı yapmışlar ve birbirleri ile yardımlaşma içinde olmuşlardır.

c) Bu hakikat, kesinlikle Allah’ın dilemesi ve yaratması ile gerçekleşmiştir. Allah dilemeseydi böyle olmazdı elbette.

d) Mü’minler, peygamberlerin yolunun yolcusu olduklarına göre, onların davalarına dair yöntem ve sonuçlar, mü’minler için de geçerli olacaktır. Bütün mü’minler kıyamete kadar, şeytanlaşmış insanlarla koalisyon yapıp İslam’a saldıran bir kitle ile mücadele etmek zorundadırlar. Davanın özü budur. Bu özü idrak edemeyenlerin, olayların ağırlığı altında eriyip gitmeleri, umutsuz kalmaları mukadderdir.

Mü’min insan, bütün türevleri ile şeytanların bir cephe olduğu ve batılı üstün tutmak için çırpındıkları bir ortamda, onların gücü ve kalabalıklığı ne olursa olsun Allah’ın hükmü ve kaderi karşısında bir hiç durumunda olduklarına inanır. Buna böyle inanmak, peygamberlerin davasını gütmek ve onların peşinden gidiyor olmaktır. Allah Teâlâ, şeytanın mü’minler üzerinde bir korku gücü oluşturmayı isteyeceğini ama mü’minlerin Allah’tan başkasından korkmamaları gerektiğini bize bildirmiştir: ‘Bakın, bu şeytan ancak kendi yandaşlarını korkutur. Mü’min iseniz onlardan korkmayın, benden korkun.’ (Al-i İmran, 175)

Mü’min, batılın etkin olmak için oluşturacağı korku ortamından etkilenmemeli, Allah’ın kudretinin kendisi için yeteceğine iman etmelidir. Zira onların bütün çalışmaları ‘ Rabbin dileseydi bunu yapamazlardı.’  çerçevesini aşamayacak çaptadır.

Neden?

Bir mü’min, Allah’ın yaptığını bildiği bir iş için ‘Neden?’ diye başlayan bir soru soramaz. Şüphe etme anlamında soramayacağı gibi iyi bir imanın getirmiş olacağı edep dairesinin içinde kaldıkça da soramaz. Mü’min için böyle meselelerde son cümle şu olur: ‘Şüphe yok ki, ben sizin bilmediklerinizi bilirim.’ (Bakara, 30)

Allah’ın bilmesi, O’na iman edenler için yeterli ve huzur vericidir. Peygamberler başta olmak üzere, onların izini süren bütün nesillerin insan ve cinlerden oluşan bir düşman güruhu ile karşı karşıya bırakılmasının bir mantığı vardır şüphesiz. Bu mantık olsun veya olmasın mü’min için irdelenecek bir durum yoktur. Allah’ın yaptığında hikmet görmek, gaybı bilir gibi yaşamak mü’min farkıdır.

Buna rağmen, çevremizde gelişen olayları anlamamıza ve olayların akıbetlerinin ahiretimize zarar vermeyecek şekilde sonlanmasına katkısı olacak hakikatler de önümüzdedir. Her şeyden önce hakkın ortaya çıkması, batılın varlığı ile mümkündür. Eşya zıddı ile kaimdir. Beyaza beyaz denmesi siyahın varlığından ötürüdür. Bu önemli hakikatin idrak edilmesi pek çok olayın, mü’min insanın zihninde aydınlanması demektir.

Gözlüğümüzü ve gözlük numaralarımızı ayar­layabilsek anlayacağız ki çok berrak bir zeminde çok kesin sonuçlara doğru yol alıyoruz. Rabbimiz kimseyi ortada bırakmıyor, asla meçhul bir akıbete davet etmiyor. Her şey gözlükte ve gözlük ayarında gizli.

Site Footer