Denizlerin karalardan daha yoğun olduğu gibi bizim umudumuz da sıkıntılarımızdan daha yoğundur. Bizi hayata tutunduran, hayatı yaşanılır kılan, yarınlara bakacak gözlerimize enerji aktaran umudumuzdur. En ince ayrıntılara kadar hayatın her alanında umutla nefes alırız, umutla ilerler adımlarımız.
Firavun’a bile açılan rahmet kapısı bizim için de sonuna kadar açıktır diye umut taşırız. Dünya karaları kadar hatamız olsa, Karun kadar batmış bile olsak denizköpükleri ile boğuşan bir suç birikimimiz olsa yine Rabbimizden umutsuz kalmayız. Ne olursak olalım, kabahatimiz ne denli büyük olursa olsan bizi yaratan Rabbimizin bize lütfedeceği mağfiretine, o mağfireti coşturan rahmetine itimadımız sınırsızdır. Sevaplarımızdan fazla o rahmete umut bağlarız.
Hayata tutunur gibi ilim basamaklarını tırmanırken o umut varlığımız bize ışık tutar. Hiçbir şey bilmez iken bir şeyler bilir olmayı bize ihsan eden Allah’a umudumuz vardır da, o umut sayesinde kalın kalın kitapları okumak ve anlamak sonra da bildiğimizle amel etmek mücadelesine girişiriz.
Meçhulümüz bir eş adayı ile bir araya gelip aile kurmak sonra da o ailenin meyve vermesi, salihler ve salihât yetiştirmesi için gayret etmemiz ne ile mümkün oluyor? Her akşam veya sabah yeni bir dert üreten evlerimizden dertsizlik diyarını kazanma heyecanımızı nasıl sürdürüyoruz? Rabbimizin rızasına vesile olması umudu olmasa idi hangi çocuğu hangi anne baba el değdirmeden, dil uzatmadan büyütebilirdi? Sorunlar yumağı aileden cennet bahçelerine akan ırmaklar nasıl akıtılırdı? Hep o umut hazinesine daldırılınca çıkar bu parıltılar.
Düne kadar ölen insan sayısı, bugün var olan insan sayısından kat kat fazladır. Ölülerin dirilerden daha çok olduğu bir dünyada yaşıyoruz. Ölümün yaygın korkusu hayat emarelerinden daha fazladır. Yine de biz, hayata tutunuyor, bir gün daha fazla yaşamak, bir nefes daha fazla almak için çırpınıyoruz. Ölülerin yoğunluğu dirileri öldürmüyor.
Biz bir ümmetiz. İlk insandan beri var olan hakkın tarafıyız. Hakkın tarafında olmanın yükünü taşıyoruz. Hayatı ve diriliği temsil ediyoruz.
İlk insandan bu yana batıl da var, batılın adamları da var. Hakkın adamları kadar batılın adamları da çalışıyor, batılın adamı olmanın gereğini yapıyor.
Batılın gücü var, adamı var, hesabı var ama Mevla’sı yok. Var yok bir tek dünyadır elindekileri. Daha da ötesi yarın için bir umutları da yoktur. Ya yaşadıkları bugünleri ya da yokluktur gözlerinin gördüğü.
Mü’min ise umut doludur. Dünya için de umut doludur ahiret için de. Yaşarken hayata tutunur, ölünce de imanına tutunur. Mü’min olmak umut yüklü olmaktır. Kahır çekse, ezilse, itilse yine umudu tükenmez. Çünkü mü’min, umudu yaratanın kuludur. Mü’minin imanı ölümü ve hayatı yaratan Allah’adır. Ölümden ötesini anlayamayanların bilemeyeceği hakikattir bu.
Ümmet olmak hatta Muhammed aleyhisselamın ümmeti olmak böyle bir histir. Bütün insanlığın yükünü taşımak, gelecek nesiller adına dertlenmek, güneş sönmesin diye onu elle gezdirmek Muhammed ümmeti olmaktır. Gece görülmüş rüyalarla gündüzü yaşamak yoktur onun idrakinde. Hayal edip, projelendirmek sonra da keyif sürmek yoktur. İman etmek ve teslim olmak vardır. En büyük ibadetlerimizden biri olan Haccı yapmak için üzerimizde avretimizi örten elbiselerden arınıp ibadete başlamak bunu simgeler. Allah için olduktan sonra acıdan haz alabilen ümmet bu ümmettir. Ölürken ‘kazandım!’ diyebilen ümmet bu ümmettir. Atıldığı kuyudan saraylara yükselen iman bu imandır.
Biz, Muhammed aleyhisselamın ümmetiyiz. Bizden bir köle bile, dibinde işkence gördüğü Kâ’be’nin üstüne çıkıp Allah’ın azametini ilan eder bir gün. O, böyle bir sonuç beklemez ama sonuçlar onu bulur.
Biz böyleyiz.
Böyle olacağız.
Umut yüklü idik, umutla başladık hayata.
Umut yüklüyüz.
Ölülerin dirilerden daha çok olmasının hayattan koparmadığı gibi batılın estirdiği fırtınalar da bizi imanımızdan koparamayacaktır.
Çünkü biz Muhammed ümmetiyiz.