Anne yavrusuna sadece süt vermez, hayatın inceliklerini de öğretir. Yürümeyi, kaşık tutmayı, bardağı kaldırmayı da ondan öğrenir yavrusu. En büyük edebiyatçı da annesinden öğrendiği kırık dökük kelimelerle öğrenimine başlamış ve daha sonra büyük ve düzgün cümleler kurup edebiyat yapmıştır. Adım atmayı babalardan görmüştür çocuklar. Ses tonunu yükseltmeyi, inceliği, hiddeti ve nezaketi görüp öğreniyor herkes. Herkes öğreniyor ve öğretiyor bu hayatta. Anneler, babalar, arkadaşlar, öğretmenler… Herkes öğrenci ve öğretici durumundadır. Allah Teâlâ bu dünyanın düzenini böyle kurdu.
Dinimiz hayat dinidir. İslam fıtrat üzeredir. Allah Teâlâ bu dünyada ve bu dünya şartlarına göre Müslümanlık sahibi olmamızı dilemiştir. Göklerde değiliz, melek değiliz. Yiyen içen, yürüyen konuşan, gülen ağlayan insanlarız. Gülenlere katılınca güleriz, ağlayanların arasında hüzünleniriz. Önümüzdeki koşarsa ona yetişmek için koşarız. Çevremizin ağırdan aldığını görürsek bizde ağırdan almaya mecbur kalırız. İnsan olmamızın tabii sonucudur bu.
Annemize bakıp hayatın ilk kademesini algıladık sonra da uyguladık. Arkadaşlara bakıp kendimize yer bulduk, iş ayarladık. Evimizde yaşlananlara bakıp kendi geleceğimizi tahmin etmeye başladık. Ölenler yüzünden ölümden korktuk. Zenginlerden etkilenerek mal hırsımızı geliştirdik. Etkilendik, etkiledik. Böyle geldi insan elbette böyle gidecek. İyilerin izini sürenler ve kötülerin izini sürenler hep var olacak. İyilerin konvoyu da kötülerin konvoyu da ilk insan babamız Âdem aleyhisselama kadar uzanıyor, son insana kadar da devam edecek. Biz bu konvoyda nerede ve kimin ardındayız ya da ardımızda kim olacak endişesi ise bizim hayata ahiret hassasiyeti ile bakmamızın emridir.
Anne öğretmen, öğretmen de anne olacak. Herkes alacak ve verecek, kader böyle yazılmıştır. İyiliklerin ve kötülüklerin devamı, iyiler ve kötüler eliyle oluyor. İman edenler iman çekirdeğini kıyamete kadar sürdüren halkada bulunacaklar. Tıpkı küfrün tohumunu eksik etmeyenlerin rollerini oynadıkları gibi. Namaz kılanlar sadece namaz kılmış olmuyorlar, her kıldıkları namaz aynı zamanda bir sonraki kuşağa namazı tanıtmak oluyor. Dedelerin iki rekât namazını seyreden torunlar namaza hayat verirler. Besmele ile oturulan sofralarımız bir evin oturma odasında olsa orası medrese köşesi gibi olur. Evine sağ ayakla giren baba bir gün dikkat çekecek ve sünneti ihya edecektir. Doyduktan sonra içten gelen bir sesle ‘elhamdülillah’ diyen biri hem şükretmiş oluyor hem eğitiyor. Oruç için oturulan sahur yemeği veya iftar sofrası da budur. Arafat’ta vakfe yapan hacılar haccı yerleştiriyor ve taşıyorlar. Müezzinler sadece namaza çağırmıyor, en ulvi ilanı zihinlere nakşediyorlar aynı zamanda. Hatta sakallı bir mü’min, başka bir sıkıntı barındırmıyorsa, sakalsıza göre daha yakından bir İslam tanıtıyor. Selamımız muhteşem bir iletişim noktası gibi durur Müslüman toplumumuzda. Kimlik bildirir, iletişim kurdurur ve sevap kazandırır.
Anne anneliğini yaparken kendisini küçük görmeyecek, anneliği çapında o, mü’minlerin bir öğretmenidir. Temel atacak sonra da muallim onun üzerine İslam binasını inşa edecek. Sofradaki bir besmele bir yandan bizi Sünnet üzere tutacak diğer yandan da yeni nesile Allah’ın adını duyuracak. Dinimiz insan dinidir. İnsandan insana intikal ediyor. Peygamberimiz aleyhisselam insandı da ondan bir insan olarak dinimizi yaşanabilir bir kıvamda aldık. Ashabı kiram Allah onlardan razı olsun almayı ve aktarmayı becerdiler de ümmetimizin en iyileri oldular.
Dün, bugün ve yarın bu böyledir. Kimse bulunduğu yerde mü’min kimliğinin değerini basit göremez. Herkes kendi konumunda değerlidir. Şüphesiz ümmetimizin önünde olma hazzına kavuşanların ağırlığı da değeri de farklıdır. Onların iz sürme başarıları, arkalarından izlerinin sürülmesindeki bereketin sebebidir. Kim iyi iz sürmüş ise izi de iyi sürülmüştür. Sendeleyen ya unutulmuş ya da yanlış yollarda ardına düşülmüştür. Ümmetimiz büyük bir ümmettir. Bu ümmetten olmak büyük kafalı olmayı gerektiriyor. Bu ümmetten olup küçük kalmak neredeyse mümkün değildir. Allah Teâlâ’nın yarattığı konumumuzu küçük görmemiz küçük kalmaya ve erimeye götürür bizi. Anneden âlime kadar herkesin yeri var ve herkesin muhakkak gölgesi vardır.