Rabbimizin bizim için yazdığı değişmez yazıya KADERİMİZ diyoruz. O kaderle doğup nefes alıyoruz bu âlemde. Yediğimiz içtiğimiz, baktığımız duyduğumuz, düşünüp yaptığımız her şey o kaderin tecellisidir.
Kader bizim için iman konusudur. İman ederiz ki: Allah Teâlâ, Hakîm ismi ile her şeyin kaderini yazmıştır. İnsandan tek bir çakıl taşına kadar her mahlûk o kaderle var olur, o kadere teslim olarak varlığını sürdürür. Allah’ın yazdığı kaderin dışında kalmak yoktur, olamaz da. İnsan olarak kadere iman ediyor olmamız bizi mü’min yapmaktadır. Bunun için de Rabbimizin bizim için yazdığı kadere teslimiyetimiz, kör bir teslimiyet değildir. Kadere teslim olur ve akıbetimizin hayır olmasını umarız. Kadere teslimiyet eksikliği olanlar için de akıbet endişesi duyarız.
Ne zaman, nerede hayatla buluşacağımız ve hayatın bizim için nerede biteceği en çok bilinen kader konularındandır. Peygamber aleyhisselam Efendimiz’in bizim Peygamber’imiz olması da bir kader konusudur. Musa aleyhisselamın ümmetinin kaderi de Musa aleyhisselama iman etmekti. Herkes kaderini bulur ya da kaderi herkesi muhakkak bulur. Böyle iman ediyoruz.
Eğer kader, Rabbimizin bizim için yazdığı değiştirilemez yazının adı ise ki, öyledir; kaderimiz olan şeylerden biri de bizim gibi kelime-i tevhit ikrar ederek mü’min olan bütün Âdemoğulları ile kardeş olmamızdır. Allah Teâlâ’nın muradı bu şekildedir.
Anneleri ve babaları farklı belki de deri renkleri bile farklı kalabalıkların iman çatısı altında kardeşleşmeleri Allah’ın muradıdır. O muradı da bizim kaderimizdir. Bizi belli bir renkte deri ile yaratmayı murat ettiği gibi imanın bizi farklı renklere rağmen birleştirmesini de murat etmiştir. Bu aynı zamanda, bize din olarak seçmiş olduğu İslam’ın kuşatan şemsiyesinin çapıdır.
Müslüman olanların, bütün beşeri ve etnik farklılıkları aşarak ‘Müslüman kardeşler’ olabilmeleri, camilere sabah namazına gitmeleri kadar Kur’an emridir. Müslüman olmak camide namaz kılmak ile ölçülürken hangi gerekçelere dayanılıyorsa, Müslüman’ın Müslüman ile kardeşliğinin Müslümanlık pratiği olarak kullanılması da o gerekçelere dayanmaktadır. Namazı, orucu, haccı emreden Kur’an ayetleri, Peygamber aleyhisselamın hadisleri kardeşliği de emretmektedir. Veda hutbesinin cümleleri arasında bile bu kardeşliği pekiştiren ayrıntılar vardır.
Namaz ibadetinin seccadesinden secdesine kadar elle tutulabilir, kamera ile görüntülenebilir şekilleri bulunuyorken, kardeşlik ve gereklerinin kalpte gizli kalabilecek duygulara daraltılması kardeşliği, iman ve İslam gerçeğimizin vaz geçilebilir parçası yapmayacaktır. Mesela kader de, namaz gibi elle tutulabilir bir emir değildir ama imanımızın en az altıda birini oluşturmaktadır. Emredeni Allah olduktan sonra fiziki hacmine dikkat etme hakkımız yoktur. Camileri namaz maksadı ile doldurduğumuz kadar yüreklerimizi de kardeşlik hissiyatı ile doldurmak mecburiyetimiz imanımızın gereğidir. Bunu yaparken de etnik farklılıklarımızı dikkate almadan yapmak durumundayız. Annelerimiz veya topraklarımız değil imanımız birleştirici olmalıdır. Mü’min olmanın farkı budur. Camilerin boşalmasının oluşturduğu tehlike ve kalplerimizden kardeşlik hissiyatımızın kaybolmasının oluşturduğu tehlike, bizi aynı oranda ürkütmelidir.
Mü’minler olarak birbirimizin etnik niteliğini etkin kabul etmeyeceğimiz gibi, birbirimizin hataları veya yanlışları üzerinden de kardeşlik sıralaması yapamayız. Kardeşliğin temel mantığı iman üzerine kuruludur. İman yok duruma gelmedikçe, imanın gereği olarak bulunan kardeşliğimiz de yok olamaz, yok kabul edilemez.
Peygamber aleyhisselam Efendimiz’in Medine’de örneğini oluşturduğu İslam böyle bir İslam’dır. Bugünkü mahzun camiler hangi mü’mini ne kadar üzüyorsa, kardeşliği tesis ettirememiş iki mü’minin tablosu da o derece üzmelidir. Zira İslam, kalp sahibi insanların dinidir. Kalbi ve kalbî hissiyatı erimiş mü’minler olarak Allah’ın rızasına ermede yolumuzu uzatıp duruyoruz.
Allah’ın bize takdir buyurduğu kaderi, kardeşler olmamızdı. O kardeşlik de sözde veya kâğıtta değil pratikte olacaktı. Artık büyük büyük camiler yapar gibi kitle kitle kardeş olma projeleri yapmalı ve bunu din olarak görmeliyiz.