‘Artık içki ve kumardan vaz geçersiniz değil mi?’ ayetini duyunca ‘vaz geçtik Rabbimiz, vaz geçtik!’ diye cevap veren nesil, Kur’an aşısı ile yetiştirilmiş nesildi.
Ayet ayet aldıkları Kur’an, damarlarında dolaşan kan, bileklerine güç veren kas hâline gelince bir emir onları yerlerinden kaldırdı. Asırların birikimi olan geleneklerini bir saat içinde silebilenler onlardı. Gerektiğinde canlarını, ana-babalarını ve neleri varsa feda etmeyi becerebilenler onlardı. Allah’ın rızasına erdiklerine dair Kur’an’ın şahitlik ettiği insanlardı onlar. Onlardan razı olundu, onlar da razı oldular. Cahiliye enkazı üzerindeki hayattan göklerin medeniyetine irtifa edişleri tarihe heyecan verdi. Ölüler gibi dolaştıkları çöl topraklarında hayat dağıttılar.
Her şey aşı ile başladı. Aşısı yapılan çökmekten kurtuldu, dip diri yürüdü Medine sokaklarında. Adam arandığında adamlığını gösterdi. Can istendiğinde can verdi. Secde mahallinde derecik gibi akacak gözyaşlarının sahipleri arandığında onlar bulundu.
Kur’an ile aşılandıkları için sabır onlarda kimlik oldu. Dokuz yüz elli sene sabretmenin özünü kavradılar. O asırlara dağılabilecek nitelikte sabırları oldu. Hayâ, bulut gibi Medine sokaklarında insanları gölgeledi. Kadınları kadınlığı, erkekleri de erkekliği hayâ ile donattı. Zikir ehli arandığında tarih onları zirveye taşıdı. Merhamette onlar tescillendi. Şecaatte de onlar vardı.
Öyle bir aşı yapıldı ki onlara Müslümanlık ve insanlık ilk insandan beri bir kitle üzerinde ilk defa mükemmel bir görüntü ile sahnelendi onların sokaklarında. Müslüman Müslüman oldu, insan da insanlığını bildi. İnsanlık, cahiliye bataklığından gökler uygarlığına yükselişi öğrendi.
O aşı ile bereket hayata neşe kattı. Aza çokluk katıldı. Güçsüze güç geldi. Gecelere ay ışığı süzüldü.
O aşıyı alan on binler içinde yüzlerce Kur’an hafızı yoktu belki. Aransa, zorlansa bin sayısı doldurulamazdı. On binler Arafat’ta, Mina’da son hutbeyi dinlediler. Onlara ‘benden bir söz de olsa yayın’ emri verildi. O on binlerin içinde Kur’an’ı bütün olarak ezberleyenler bin bile değildi. Ezberleyenleri o kadar değildi ama hepsine ‘benden bir söz de olsa yayın’ dendi. Çünkü onlar aşılı nesildi. Kur’an aşısı ile aşılanmışlardı. Kur’an’a hizmet ettiler ama Kur’an’dan hizmet beklemek onlara mal edilmedi. Çok bilmediler ama bildikleri ile amel ettiler. Tartışmadılar Kur’an’ı ve tartıştırmadılar.
Bir ayet öğrendiler o ayet onlara aşı oldu. Rableri onlara ‘zinaya yaklaşmayın!’ dediğinde, onu yaklaşılmaz alan olarak anladılar. ‘Kalplerin ürperme vakti gelmedi mi?’ diyen ayeti duyduklarında hareketlendiler. ‘Cihat için koşun’ denince de ellerindeki ve önlerindekini terk edip çağırıldıkları yere koştular.
Âlimlik iddiaları olmadı. Diplomalı değildiler. Şöhretleri yoktu. Geniş imkânlar içinde bulunmadılar. Fırsattan fırsata yürümüyorlardı. Kalabalık kitleler hâlinde de değildiler. Ve pek çoğu hatta tamamına yakını, evinde çocuklarına açıp gösterecek bir Mushaf bile bulamamıştı. Mushaf bile yoktu evlerinde. Çocuklarını gönderip ‘sorumluluktan sıyrılacakları’ bir medrese bile bulamamışlardı.
Allah’a iman ne demek ise o onlarda idi. Meleklerle iç içe gibi bir hayat yaşadılar. Kadere imanları, tevekkülleri, işlerini Rablerine salmış olmaları onaylanmış amelleri durumunda idi. Ahireti gözleri ile görür gibi idiler. Dünyada var olduklarından çok belki de ahirette hissediyorlardı kendilerini. İman esasları onların üzerinde kendi organları gibi gerçekler şeklinde vardı.
Namaz onlarda idi. Orucu oruç gibi onlar tuttu. Zekât vermek, sadaka sahibi olmak sanki onlar içindi. İnfak kavramının içini doldurdular.
Fakirliğe ezilmediler, zenginliğe şımarmadılar. Umutsuzluk onlarda kalıcı bir yer bulamadı. Her biri yeri geldiğinde bir ordu oldu. Kimsenin olmadığı yerde kimse oldular. Allah ile beraberliği kâinat çaplı olmak şeklinde anladılar.
Müslüman olmak ve insan olmak onlarda mükemmel bir beraberlik gösterdi. Yerde yaşayıp göklere yükseldiler. Ölmeden cennetlerden sesler verdiler.
Sadece aşı denebilecek kadarı ile yaptılar bunu. Kur’an’ın tamamı inmeden onlar bu kıvamda idiler. Uhud’da böyle idiler; o zaman da henüz Kur’an’ın tamamı inmemişti ama onlar böyle idi. Sadece aşılı idiler. Bir ayeti, bir sureyi aşı olarak almışlardı. Kur’an hafızı olmayan ama bir ayet ile aşılanmışlar, Yesrib’i bir yılda devlet yapıp Resûlullah sallallahu aleyhi ve selleme İslam’ın merkezi olarak teslim ettiler. O aşı ile Necaşî’nin karşısında durdular, onun imanına vesile oldular.
Kur’an o Kur’an’dır. O aşı da hâlâ aşıdır. Muhtaç olduğumuz bir dilim ekmek iken ekmek fırını mı kuruyoruz demekten ise aşı mı olsak bu zor zamanlarda? Yoksa aşıyı mı silmiyoruz?
Bu zaman aşı olma zamanıdır. Fil suresinden de başlayabiliriz aşı olmaya ve yapmaya Fatiha’dan da. Bir sure veya bir ayet; aşı için yeterlidir. Kur’an o Kur’an’dır. Her ayeti öyle bir ayettir. İman da budur.