Uykunun en tatlı denebilecek anından uyandırıp abdest almaya sevk eden şey Allah’a ve onun ahiret günü bizi hesaba çekeceğine olan imanımızdır. O iman uykumuzu bölüyor ve bizi uykumuzu giderecek suyu yüzümüze vurmaya sevk ediyor. Aynı şey, öz emeğimizle kazandığımızdan infak ederken, hiç bilmediğimiz birine sadaka verirken de bizimledir. Ramazan günü açlık ve susuzluğu, gözle görülür bir kontrol olmamasına rağmen sürdürürken de o imanın çizdiği dairede kalıyoruz. Üzerimizdeki kıyafetleri çıkarıp ihrama girdiğimizde yine o imanla beraber olduğumuz için yaparız onu.
Bizim için ebedi gerçek budur: Rabbimiz emrederse yaparız. Rabbimiz yasak ederse, yasakladığından kaçınırız. Ne emrettiğini ağır görürüz ne yasakladığını bırakılamaz görürüz. Biz onun kullarıyız. Kul, mavlasının emrindedir, onun emrinde olmanın haricinde de bir çıkışı yoktur. Hayatımızın bütünü ve hayatın akışında her ne ise içinde bulunduğumuz durum o, Rabbimiz için yaptığımız ya da yapmamız gereken şeydir.
Allah için yapılacaklarında namazın ve orucun geliyor olması, Allah için yapılacakların sadece namaz ve oruçla sınırlı olmasını gerektirmez. Kul Allah’ın kuludur. Hayat Allah’ın lütfudur. Nimetler ve imtihanlar Allah’tandır. Allah’ın kulu, namaz kılarken veya oruç tutarken hangi kul ise, namaz ve oruç gibi direk ibadet olarak algılanmayan işleri yaparken de Allah’ın kulu olarak yapacak veya terk edecektir. Allah Teâlâ, kuluna lütfettiği hayat nimetini, dakika dakika muhasebe edeceğine ve bu muhasebe namazlarla ve oruçlarla sınırlı bir muhasebe olamayacağına göre, hesaba iman eden mü’minin hesap hazırlığı hayatı ve dakikaları üzerinden olmalıdır. Sadece namazın kulluğu simgelemesi durumunda mesela yirmi dört saatlik bir günde muhasebeye konu hayat bir saat bile tutmayabilir. Kati olarak iman ediyoruz ki muhasebemiz hayatımızın bütünü üzerinden olacaktır. Allah Teâlâ hayatın bütününü lütfetmiştir. Muhasebesi de bütün üzerinden olacaktır.
Kulluğu hayatın bütününü kuşatacak bir gözle gören mü’min, namazda ise namazı mü’min olmanın gereği görür ve emredildiği gibi eda eder. Namazı bitip ticaretine geçtiğinde de onu namazda murakabe eden Rabbini, ticaret yaparken de ticarette mümini görmek istediği şekilde onu murakabe ediyor bilir ve ticaretini öyle yapar. Ticaretin helal/haram ölçülerine riayet eder. Her ne kadar ticari ortamda namazda olduğu gibi abdestli ve kıbleye yönelik bulunmasa da neticede ticaretin mü’min standardını oluşturan faizden arınmış, hilesi olmayan, haramın bulaşmadığı bir ticaret gibi kuralları koruyarak mü’min karakterini korumuş olur. Zekât gerektiğinde zekâtını verir. Akşam evine döndüğünde de camiden Rabbinin rızasını kazanıp döndüğü bir dönüşle döner. Cebine kazandığı parayı koyduğu bir yerden Allah’ın sevabını kazanmış olarak evine girer. Böylece cami ile dükkân birleşir. Namaz ve ticaret aynı listede yer alır. Müslüman’ın hayatı kuşatan İslam telakkisi teoriden pratiğe geçer.
Mü’min, baba veya anne olduğunda dışarıdan dünya hayatının gereklerinden birini yaşıyor olarak izlenir ama Rabbi onu, namaz ve oruç gibi kulluk testinde izleyeceği bir dönem yaşar. Babalığı ve anneliği onun sevap kaynağı olur ya da ateşe girmesine sebep olur. Mü’min sadece önündeki çocuğu Allah’ın emanet olarak görme düzeyinde kalmaz. O çocuk bir emanet, çocukla ilgili süreç de onun sınavı olarak zihninde kalır. Namazda hata etmemeye çalıştığı gibi çocuğu büyütürken de hata etmemek hedefi olur. Hata ederse istiğfar eder. Tıpkı namazdaki hatası için sehiv secdesi yaptığı gibi. Onun bu anlayışı yani çocuk babası annesi olmayı namaza benzer bir kulluk olarak görme idraki sayesinde, kendisi ölüp gitse de amel defteri kapanmayan bir mü’min olarak onu mezarında bile diri tutar.
Eş olduğunda mü’min, bu kulluk düzeyinin adamıdır.
Bir davanın vekili olarak avukatlık icra ettiğinde onu müvekkilinin imzasından önce Rabbinin murakabesi yönlendirir.
Sokakta yürürken, insanlarla bir parkı paylaşırken, bir apartmanın merdivenlerini kullanırken, evinin balkonunda keyif çayı içerken komşusuna karşı hassasiyetini korurken o mü’mindir. Bu idrak, hayatı yaratan Allah’ı her yerde ve her zaman diliminde bizi mü’min olarak görmek isteyen Şeriat’ına göre yaşama idrakidir. Böyle bir mü’min de kazanan mü’mindir. Camide, dükkânında, dolmuşa bindiğinde, çocuğu ile oynadığında, eşi ile muhabbet ettiğinde, akrabası ile sılayırahim yaptığında kazanan mü’mindir. Bir yandan Rabbinin rızasını kazanır diğer yandan da dünyalığını kazanır. O hep kazanandır; ibadetinde ve muamelatında, her yerde ve her şartta kazanandır.
Muamelatla Alakalı Bir Temel Eser:
Kitabu’l-Kesb
Hanefi mezhebinin ilk üç imamından biri olan İmam Muhammed’in kazancın helal ve haramlık sınırlarını tespit eden mühim bir eseridir. Takva yani İslam’ın hassas çizgileri ile alakalı bir kitap neden yazmadığı kendisine sorulduğunda Kitab’l-Kesb’i yazdığını söylemiştir. Anlaşılıyor ki, bu büyük imamın gözünde insanın kazanç yolları, sosyal ilişkileri takvanın temelini oluşturmaktadır.
Bu kitabı bir başka Hanefi mezhebi müçtehidi olan İmam Serahsî şerh ederek bugüne ulaştırmıştır. Helal haram, mal ve kazanma yolları ile alakalı temel bilgiler hakkında önemli bir kaynak olarak kitap hafızamızda yerini bulmalıdır bu güzel eser.