‘Mobil’ ibadet ve ahlâk sözlüğümüzde bulunmayan bir kelimedir. Günlük hayatımızda ise en yaygın kelimelerden biridir. Mü’min kimliğimiz ve hayatı yaşayış tarzımızla alakalı olarak bu kelimeyi ‘mobil olan mü’min’ ya da ‘mobil olamamış mü’min’ şeklinde kullanmaya mecbur olduğumuzu zannediyorum. Önceleri iyi mü’min için ‘seccadesinin başında’ ifadesi kullanılırdı. Şimdi ise yeryüzünün bütün mü’minlere mescit kılındığı hakikatinin en net biçimde önümüze konduğu bir zamanda mü’minlerin mobil olmaya mecbur olacaklarını söylemek mübalağa sayılmamalıdır. İbadetlerde ve ahlâkta durağan ya da donuk kalmak imanı eritmeye neden olabilmektedir.
Bir numaralı ibadetimiz olan namazı simgelemek için seccade kullanabiliriz. Namazı mü’minin miracı durumuna getirmek için ise namazın seccadede, havaalanında temiz mermerler üzerinde, piknikte çim üzerinde, iş yerinde/inşaatta tuğlaların kenarında, hastanede başında beklediğimiz hastanın sedyesinin kenarında; kısacası mü’min bir insan olarak bulunmak durumunda olduğumuz her yerde eda edilmesi gereken bir ibadet olarak görmek gerekiyor. Bunu becerebildiğimiz zaman namaz bizim miracımız olacaktır. Namazla beraber tescillenmiş mü’min kimliğimiz bizi yansıtacaktır. Namazı örneğini zikrettiğimiz mekânlarda aktif tutamadığımız zaman, evlerimizdeki seccadeler ya da camilerdeki özel imal edilmiş namaz halıları bizim mü’min kimliğimizi tescil ettirmeye yetmeyecektir. Bunun adına da namaz zaviyesinde bakılan mobil bir Müslümanlık dememizde sakınca olmayacaktır diye umuyoruz.
Müslümanlığı camilere, evlerimizdeki namaz seccadelerine daralttığımız zaman bilerek veya bilmeyerek kendi içinde kaybolup giden bir Müslümanlığa doğru ilerleriz. Zira hayat, izlenmesi güç denebilecek bir hızla ilerlemektedir. Artık dünya insana yetmez hâle gelmiş ve dünya dışında mekânlarda yaşama emeli oluşmuştur. Gün gelecek denizlerin üzerinde şehirler kurulacaktır belki de. Bizim Müslümanlığımızı Mekke merkezli ama insanın nefes alabildiği her yerin Müslümanlığı olarak planlamamız ve ödenmesi gereken bedeli de ödememiz, böyle bir zamanda yaşıyor olmanın vacibidir. Bunu Müslümanlığı mobilleştirme olarak tatbik edemeyiz ama Müslümanlığı yaşamayı mobilleştirebiliriz. Vacip olan budur.
Namazdaki örneği zekât üzerinden sürdürmek mümkündür. Zekât, hurma üzerinden konuşuldu ilk indiği zamanlarda. Medine’deki fakirlere verildi. Şimdi bizim zekât tatbikatımız bizim zamanımız ve bizim şartlarımız itibariyle tatbik edilmelidir.
Aynı şey oruç için de konuşulabilir. Orucun şartlarını, şeklini değiştirecek değiliz. Bunu telaffuz etmek bile sınırlarla oynamak olur. ‘Hurmanın tadına bakmak orucu bozar.’ Bu bir kuraldır. Bu kural değişmeyecek. Bugün ise yeni bir kural olarak tespit etmemiz zorunlu hâle gelen bir internet ağına takılmış yaşıyoruz: ‘İnternet başında geçirilmiş oruçlu bir gün ne kadar oruçlu olarak geçirilebilmiştir?’ diye de sormamız gerekiyor artık. Belki de kitaplara ‘internet oruç bozar mı?’ şeklinde bir soru girmeyecektir. Bunu soranın da din bilgisi sıfır sayılacaktır. Ne var ki, ‘bu ümmetin bu internetli hayatta tuttuğu oruç hangi oruçtur?’ sorusu ve o sorunun gerektirdiği cevap ‘sakız çiğnemek orucu bozar mı?’ sorusundan daha acil bir sorudur. Böyle bir gündem de mü’min kimliğimizi mobilleştirme olarak tarif etmemizde sakınca olmayan gündemdir.
Müslümanlığımızı mobilleştirmenin en önemli alanlarından birisinin ahlâk olduğu açıktır. Ahlâkımız mobil ahlâk olmalıdır. Gerçi ahlâkın dinin neresi ve ne kadarı görüldüğü artık tartışma konusu durumuna da gelmiştir denebilir. Dinde bir fantezi olarak görülüyorsa ahlâkın ne donuk olanına ne de mobiline kimliğimiz açısından müdahale gereksiz sayılabilir. Eğer ahlâk, en iyi mü’min olmanın şartlarından ise -ki, öyle olduğu Peygamber aleyhisselamın lisanından sabittir- bu şart, insan olarak bulunduğumuz her yerde önümüzdedir. Camide mü’min ahlâkı ile bulunmamız, namaz kılınan bir yerde bulunduğumuz için değil mü’min olduğumuz içindir. Ticarette ahlâkımız bizimle bulunur; bu da müşterimizi etkilemek için değil mü’min olarak ticaret yaptığımız içindir. Sokakta ahlâklı oluşumuz, meri yasalara karşı suçlu düşmemek için değil meleklerin kayıtlarına dikkat eden mü’min olduğumuz içindir.
Bizi her an murakabe eden, bir an bile bizi kendimize bırakmayan Allah’a iman edip, onun hesabını dikkate alan anlayışla yaşadığımıza göre ahlâkımız bizim bulunduğumuz her yerdedir, her zamandadır. Evden mescide, mescitten iş yerine, seyahate ve her yere taşıyabildiğimiz, her yerde bizimle bulunabilen ahlâkımız iyi mü’min olma teminatımızdır. Mü’min olmak budur, böyle bir yaşama tarzıdır.
Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin ahlakının ‘yaşanan bir Kur’an’ olarak tarif edilmesi bunu gerektirmez mi?