Kur’an’ımızın gündemine girmiş bir konudur şiir ve şair. İki ucu da sivri olduğu için Allah’a kullukta da kullanılabilir, şeytanın hizmetinde de. Şairler cennete de girdi, cehenneme de… Şiir iki uçlu bir mızrak gibi durur.
Her silah böyledir; mü’minin elinde cennet vizesi olur, kâfirin elinde de cehennem ateşi olur, yakar sahibini…
Şiirin gücünü bil ki, onu nimete dönüştür.Kabiliyetin varsa şiir üret, ürettiğin sana enerji versin, isim versin. Sonra da dinine hizmet etsin. Uyuyanı uyandır, yürüyeni koştur. Malla, bedenle yapılan işleri şiirle yap. Yürekten gelen sesler yankı bulsun, tarih olsun, tarih yazsın. Zorlanma ama kabiliyetini keşfet. Denemeler yap; yaz, sil, yaz tekrar,tekrar sil; usanma!
Şiir kabiliyetini veren Allah Teâlâ’dır. Kime şiir kabiliyeti, şairlik yeteneği verdi ise, o kişi onunla yükümlü olmaktadır. Muhakkak şair olmak gerekmiyor.
Yetenek verildi ise onu keşfetmek, keşfedince geliştirmek gerekiyor. Ümmet’in hüznünü tebessüme çeviren, tebessümünü de yaygınlaştıran şair, yaratıldığı iş kıvamında yaşayan bir şairdir. Nefsinin ihtiraslarını tatmin yolunda ömür çürütmeyen, dinini aziz kılmak için çırpınan şair Ümmet’in şairidir.
Hassan bin Sabit de şairdi.Herkesin Yesrib’e hicret eden Peygamber aleyhisselama bir destek vermeye çalıştığı zamanda o da vardı. Bir kadın, elinden tuttuğu on yaşındaki Enes’ini getirip hediye etti. Bir başkası ‘ben kapında nöbet tutayım’ dedi. Diğeri malının şu kadarını getirdi. Bir diğeri, ‘ben mescidini süpüreyim’ dedi. Başka bir genç, yabancı dil öğrenip Peygamber aleyhisselamın bir destek ihtiyacını karşıladı. Herkes yapabildiğini yaptı, yaptığıyla kazandı. Kenarda kimin ne yapacağını bekleyip sonuca göre tavır alacaklara da ‘münafık’ dendi. İş yapmayıp, yapılan işlerden pay kapmak isteyenler olarak onlar gözlerden ve gönüllerden silindi.
Hassan bin Sabit de şairdi ya, o da şiirini kullandı. Allah’ın nebisine dil uzatılınca dilini kullandı. Diliyle destek verdi. Ordular gibi yürüdü düşmanların üzerine. Öyle bir yürüdü ki, o tek kişilik ordusu ile Peygamber aleyhisselam ona: ‘Kalk Hassan! Cevap ver, Cebrail arkanda destekçindir!’ dedi. Şiirini silahlaştırdı. Silahını da Allah için kullandı. Yaşlı başlı bir ihtiyardı ama dili tutuyordu. Dili tuttukça konuştu. Konuştukça kazandı.
Allah ona hangi kabiliyeti verdiyse o da o kabiliyeti kullanarak kazandı. Kenara çekilmedi, kenara çektirdi.
O, Hassan’dı, şairdi. ‘Resûlullah’ın Şairi’ olarak ün saldı. Ününün hakkını verdi.
Herkesin Hassan olması şart değil şüphesiz. Herkes yaratıldığı kıvamı korusun.Allah Teâlâ kimi kullarını kılıç tutsun, elinde dokuz kılıç paralansın diye yarattı. Onlar da öyle yaptılar. Mute’de bir savaş meydanında dokuz kılıç paralandı ellerinde. At olup şaha kalktılar, ok olup cennete açılan yollara döküldüler. Usanmadılar, yorulmadılar, uyumadılar, uyutmadılar. İz açtılar, arklarından izler bıraktılar. Umutsuz bir toplumdan çıktıkları hâlde insanlığın yegâne umudu oldular. Onların kafiyeleri kılıç şakırtıları oldu. Elleri dillerinden çok konuştu. Kulaklar onların ellerinin konuştuğunu duydu ve anladı. Ne için yaratıldılarsa, kabiliyetleri ne üzerine idiyse onda iş yaptılar. Allah onlardan razı oldu, onlar da Allah’tan…
Şiir okumak, doğal gıdayla beslenme türlerinden biridir. Yazamayan şiir okumalı; aç kalmamak, heyecansız yürümemek için… Açıkgözle görülmeyeni görebilmek, ince düşünüp nazik konuşabilmek için de şiir okunmalıdır.
Peygamber aleyhisselam şair değildi ama etrafında şairler vardı. Onları dinliyor, sözlerine kulak veriyordu.
Şiir bize yabancı değildir.
Şair bizden olmalıdır. Şairi biz beslemeliyiz.