İnsan mükemmel bir mahlûktur. Mükemmelliği bütün olarak alındığında ortaya çıkar. İnsan mükemmeldir ama sadece eli ayağı mükemmel değildir. Elden ayaktan oluşan, kalbi olan, beyni olan insan mükemmeldir. Hatta insanın bütünü bir arada değilse, parçalarından biri veya birkaçı insanın meziyetlerini ispat etmeye de yeterli olmaz. İnsanın en değerli organlarından biri beynidir, beyin de kafadadır ama tek başına kafa, insan değildir. İnsan bir bütündür, bütün olarak muhafaza edilince insanlığı ortaya çıkar.
Dinimiz de bir bütündür. İnsanın hayatını kuşatan bütün ihtiyaçlarına dair her şeyi ihtiva etmektedir. İnsan nefes alıyorsa nefesini düzenler. İnsan yiyor içiyorsa yediğini içtiğini belirler. Uyuyorsa uykusuna düzen verir. Yürüdüğünde yürüyüşünü, konuştuğunda konuştuğunu, baktığında baktığını kurallarıyla şekillendiren din, dindir. Eve girip evi din sahibi yapan, çarşıya girip çarşıyı rengi ile boyayan, mescide girip mescitte solunulabilen din, din olur. Gün ortasında da gecenin karanlığında da bulunan ve bütün zamanlar için yaşanılır sistemler getirmiş olan din, dindir. O din de elbette İslam’dır.
İslam, insan içindir. Yüzde yüz insan için olduğundan fıtrata uyumlu olarak gönderilmiştir. İnsanı zorlayacak bir yönü bulunmadığı gibi ideal insan yaşantısı için de en mükemmeli getirmiştir.
İnsanın, bütün meziyetlerine rağmen bir bölümünün alınıp ‘insan’ olarak gösterilmesi mümkün olmadığına göre, insan için gönderilmiş olan dinimiz İslam’ın da bir bölümünün alınıp ‘İslam’ olarak sunulması mümkün değildir. İslam, insan için insanı kuşatmaktadır. İnsanın insan olarak bulunduğu bir yerde İslam, bütün kuşatıcılığı ile bulunmalıdır ki ebedî kurtuluş çarelerini sunsun. Bunun aksi, eli kolu bağlı bir İslam şeklinde ortaya çıkar. O İslam da ne Allah’ın indirdiği İslam’dır ne de çare üretebilecek bir İslam’dır.
İslam’ın bütünlüğünü zedeleyen dış etkenlerden söz edilebilir. Şu dış baskı veya engelden ötürü İslam’ın şu bölümü eksik kalıyor denebilir. Belli bir zaman dilimi için bunu doğrulamak ve mazur görmek de mümkün olabilir. İslam’a iman eden Müslümanların, İslam’ın bölümlerinden birini uygulamamalarının ise hiçbir özrü yoktur. Dış etkenlerden dolayı devre dışı olan bir bölümün makul nedenleri vardır elbette. Müslümanların tembellikten keyfiliğe kadar pek çok suni mazerete dayanarak bir bölümü köreltilmiş İslam’ı benimsemelerinin kabul edilebilirliği olamaz.
İslam ev istiyorsa Müslüman evini İslam’a tahsis etmek zorundadır. Evde bir oturma odasını tahsis etmek, tuvaleti tahsis etmek evi tahsis etmek olamaz. Oturma odasıyla, mutfağıyla, özellikle yatak odasıyla evin bütünü İslam’a tahsis edilirse Müslüman evini dinine tahsis etme iddiasında bulunabilecektir. Aynı şeyi Müslüman’ın bulunduğu bir iş yeri için de söyleyebiliriz. İslam, Müslüman’ın iş yerini de sahiplenmek istiyorsa -ki İslam olmak yani teslim olmuş bir insan olmak sahiplenmeyi ve şekillendirmeyi dine bırakmaktır- yılın bütün günlerinde iş yerinin yönetimi dinde olmalıdır. Bunu ramazan ayıyla sınırlandırdığımızda iş yerinde din sadece bir süreliğine bulunan misafir durumunda kalır.
Zamanın bütününü, enerjimizin tamamını dinimize göre kullanmamız şarttır. Mekânlarımızın tamamı dinimizle şekillenmelidir. İslamlaşmak, teslim olmaktır. Teslim olmuşluk, seçip beğenmekle gerçekleşmez.
Ekonomimizden dinlenmemize kadar, insan olarak bulunduğumuz her yer ve her zamanımız, İslam’la ve onun ahkâmı ile renklenmelidir. Bir kolumuz insan olarak bizi temsil edemediği gibi bir ramazan ayı da dinimizi göstermez, dinimizden bir kesit gösterebilir. Arkadaş çevremizle ahlâken iyi durumda olmamız, aynı kaliteyi evde göstermediğimiz sürece tek başına bizim için iyilik getirmeyecektir. Namaz da böyledir; cüzdanlarda faiz bulundukça namaz tek başına İslam’ı gösteren bir unsur olmuyor. Tesbih de bu kurala tabi olmalıdır. Güzel zikir yaptığın kadar güzel konuşmaya da muvaffak olacaksın ki, teslimiyet yerini bulmuş olsun.
Bir kafa ile bir insan olmuyor; bir sadaka ile de İslam olmuyor…