Sadece ashabı kiram üzerinden ele alalım; bütünü eksik görmek onu görememektir. Sahabe denince elinde silahı ile küffara meydan okuyan yiğit adam tablosunu anlamak sahabeyi anlamamış olmaktır. Seccadesi başında iki büklüm olmuş mü’mini sahabenin tek görüntüsü olarak kaydetmek de yanlıştır. Mescide kilitlenmiş, çarşıdan ve sokaktan uzak insan sahabe dediğimiz insan değildir. Çarşıyı ve sokağı başkalarına terk etmiş insan da sahabe olmuş insan değildir. Dünyanın bütününü Allah’ın şeriatına teslim etmek için iman etmiş insanın adı olan sahabe, yiğitliği kadar âbidliği ile de bilinmelidir. Mescidindeki yoğunluğu kadar çarşıdaki bilinirliği de unutulmamalıdır.
Hayatın bütününü Allah’ın emrine vermek için iman etmiş biri olan sahabe, hayatın her yerinde vardır. Bulunmadığı veya bulunamadığı her yer onun için bir eksikliktir. Cami, ev, iş yeri, tatil beldesi hayatın içindeki ağırlığı oranında, mü’min insanın mü’min kimliği ile bulunacağı yerlerdir. Anne, baba, evlat, arkadaş, dost, işçi ve işveren herkes onun nazarında, mü’min olarak bulunduğu bu hayattaki imtihan noktalarıdır. Cihat meydanına çağırıldığı zaman imanı onu oraya sevk eder. Orada cihat ile mükellef bir mü’min olarak bulunur. Aynı insan evinde eşi ile beraber iken Allah’ın adı ile ahitleşmiş iki eş olarak o ağırlıkla bir arada bulunurlar. Çocuklarını gören gözleri, Allah’ın emanetini bekleyen bir bekçinin gözleri gibidir.
Ticaret yaparken, rızık peşinde koşan ama helal yemeyi ve helal yaşamayı ibadet olarak idrak eden biridir. Camide rükû ve secde halinde iken ibadettedir. Masasındaki kitabı okurken tefsir kitabı da okusa coğrafya kitabı da okusa ilmi, Allah’ı tanımanın yollarından biri olarak kabul eder ve okuduğunu öyle okur. Böylece cami ile kitaplık onun evinin iki ayrı odası gibi durur gözünde. Caddelerde yürürken mescide nazar ettiği gibi, melekleri ile caddeleri de murakabe eden Allah’ın kulu olarak oralarda yürüdüğünü unutmaz.
İlk insandan itibaren yeryüzünde insanın macerasını âyet âyet izah eden Kur’an’ımızın hayatı kuşatan düzeyi de bu düzeydir.
Âyetleri arasında tarihten, gelecekten, coğrafyadan, insandan, hayvandan, fezadan, cinlerden ve meleklerden konular serpiştirilmiş Kur’an’ımız bizim rehberimizdir. Onun bize rehberliği ibadet olarak okumamızdan başlayıp hayata yön veren işaretlerine kadar çok geniş bir dairede bulunmaktadır. Böyle bir Kur’an’a iman etmenin en tabii gereği, onun gibi geniş bir dairede yaşıyor olmaktır.
Mü’min, bu hayatta yaşadığı sürece ve hayatı mü’mince yaşamaya memur olduğuna iman ettiği sürece imanının ona yüklediği kimliği ezdiremez. ‘Sahabe’, bu insanın adıdır. Sahabeyi sevmek, onlara özenmek bunu gerektirir. Onların mirası tam anlamı ile bu mirastır. Allah onlardan razı olsun. Ellerinde kılıç, dillerinde teşbih, fikirlerinde tevhid, evlerinde neşe, mescidlerinde uhuvvet, çarşılarında bereket ile yaşadılar. Dini, bütün olarak aldıkları için bütün bir Müslümanlık görüldü onlarda. Fiiliyatta eksik bıraktıkları oldu ise de kavrayışları ve itikatlarında eksikliğe rıza göstermediler. Bu anlamda dünyayı avuçlarının içinde tutar gibiydiler.
Dinimiz İslam’ı, Allah’ın indirdiği kıvamda ve bütünlükte görememek ya da onu bir ucundan tutmaya çalışmak hatadır. Bu hatanın ilk sonucu da dini hayatın şu veya bu bölümünden kaybetmektir. Bir bölümü hayattan çekilmiş dinin geride kalan bölümleri ile en azından ‘Sahabe Düzeyinde Müslümanlık’ yaşanamaz. Yaşadığımıza din demeye başlayacağımızda bocalama içinde ömür geçiririz. Belki de başımıza gelen musibetlerin başlangıç noktası bu olmuştur. Kimsenin, mü’min olmanın dışında bir isme rızası yoktur ama dinin bütünü kimine ağır geldiği için kimi de şartları uygun olmadığı gibi bir gerekçe üzerinden erteleyebilmektedir. Erkeği ve kadını ile mü’min olmamızın en tabii sonucu olarak dinimizin bütününe talip olmaya mecburuz. Köşesinden tuttuğumuz veya belli bir orandaki bölümünü sahiplendiğimiz din Allah’ın indirip kemale erdirdiği din değildir. Dinimiz İslam bir bütündür. O bütünün parçalarından biri ondandır ama asla o değildir. İnsan olarak bu prensip bize uyarlandığında da sonuç budur: Müslümanlığın parçaları ile iyi bir Müslümanlık iddia edemeyiz.
Kaynakları ve hükümleri ile onu bütün görmek ve bütününe talip olmak Müslümanlığımızdır.