İnsan olarak iş kapasitemiz bellidir. Dünyevi veya uhrevi hangi işi yapıyorsak, onu sınırlı bir güç taşıyan bedenlerimizle yapmaktayız. Kaldırabileceğimiz yük bellidir. Sesimizi yükseltebileceğimiz frekans bellidir. Elimizin, ayağımızın uzanacağı mesafe, gözümüzün görebileceği, kulağımızın duyabileceği ölçü sınırlıdır.
İbadet ederken de sınırlı bir gücü ibadete ayırabiliriz. Nihayetinde bir gün içerisinde kaç rekât namaz kılabiliriz, kaç oruç tutabiliriz? Kaç sayfa Kur’an’la aralıksız buluşabiliriz?..
Allah için verirken de sınırlıyı veririz. Elimizde ne varsa onu vermeye hazır olsak bile vereceğimiz şey sınırlıdır. Çünkü dünyadaki varlık da sınırlıdır. En değerliyi versek, o da canımızdır. Bir can bu, verdik; şehadete erdik… Verilecek şey bitmiş olur. İnsanız, sınırlar içinde varız.
Hâl böyle iken, Allah’tan sınırsız nimet istiyoruz. Ebedî cennetine, o cennette ebediyetlik kadar güzellik katan cemaline talibiz. Sınırlılarla sınırsızı istemektir bu. Aklın ölçülerine bakılsa, böyle bir istek makul görülmez. Küçüğün büyüğe, azın çoğa, sınırlının sınırsıza talip olması makul değildir. Ama biz, makul olmasa da muhakkak olan bir isteğin peşindeyiz. Allah’tan cennetini ve cemalini istiyoruz. Az yaparak çoğa, bir zaman yaparak ebedîliğe aday olmak istiyoruz. Bu makul olmasa bile muhakkaktır. Çünkü ebedîliği lütfedecek olan Allah Teâlâ’nın ölçüsü kulaç, gram, küp değildir. Allah Teâlâ, kullarının işlerine bakarak hükmetmiyor. İşlerine bakarak hükmetse idi, kim ebedî bir cennete muadil amel yapabilirdi ki? Sevgili Peygamberi bile buna muktedir olamazdı. Allah, işe göre değil, niyete göre muamele yapıyor.
Mü’min bir insan, en fazla ömrü kadar iman üzere yaşar. O süre kadar namaz kılar, zekât verir. Neticede işlerinin karşılığı olarak cennete girecek olsa, bu girmesi, yaşadığı elli-yetmiş yıl kadar bir süre olması gerekir. Cennet ise asla elli veya yetmiş yıl değildir. Zira cennete girenin, bitirdiği işine değil, kafasındaki niyetine bakılır. Bir mü’min, ebediyete kadar hayat hakkına sahip olsa, ebediyeti imanla doldurmaya hazır olduğu için o büyük rahmetle lütuf görür. Kâfir için de böyledir. O da ebediyete kadar yaşayacak olsa, o ebediyeti inat ve isyanla doldurmaya hazır bir kafa yapısı taşıdığı için ebediyen cehennemlik olarak cezalandırılır. Yoksa onun isyanı da elli-yetmiş yıldır. İşte bunun için insanı büyüten de küçülten de amaçlarıdır. Bu sebeple niyet her şeyin aslıdır.
Dünyadaki görüntümüzü de ahiretteki akıbetimizi de samimi niyetlerimiz belirleyecektir. Büyük olmayı, en ulviye yükselmeyi amaç edinmekle, yürüyüp gitmeyi amaç edinmek kesinlikle aynı değildir. Mü’min, büyük işlerin adamı olduğu için büyük düşünen, büyüğe niyetlenen olmalıdır. İsterken de büyüktür, yaparken de. Başarırken büyük olmayabilir. Zira becerimizin kaynağı olan bedenlerimiz, sınırlı imkânların ortasındadır. O sınırlarla sınırlandırılmamış olan varlığımız; kalbimizdir, beynimizdir. Büyük düşünmek, büyüğü amaç edinmek, muhteşem niyetler sahibi olabilmek, sınırsızlığa açılabildiğimiz tek kapımızdır.
Firdevs’lik işler yapmakta zorlanabiliriz ama Firdevs’i isteyen niyetlerimizi arz edebiliriz.
Büyük olmaya niyet etmek, işte ve akıbette büyük olmaktan önceliklidir. Niyet etmeden, rüyaları ve hayalleri onunla süslemeden büyük olunmaz. Hayalleri, duaları, gözleri büyüklükle süsledikten sonra ise büyük bir akıbetle sonlanmak mümkündür. Gereken de budur.
Allah için olduktan sonra küçük denebilecek bir işimiz yoktur artık. Büyüklüğü ilke edinmek, küçük işlere bile büyüklük kazandıracaktır. Yeter ki büyük olma niyeti tepeden tırnağa bizi kuşatmış olsun.
Sadece bir örnek olarak ‘okuma’ işini alabiliriz. Mesela ‘Siret-i Nebi’ okumayı alalım. Siret-i Nebi’yi, tarih okumak, bilgi sahibi olmak, başkalarına öğretmek amacıyla okumakla şu okuma arasında büyüklük/küçüklük farkının en açık örnekleri vardır.
Büyük olmaya niyet edenin Siret-i Nebi okuması, şu amaçları taşıması halinde başka bir okumaya dönüşür:
Örnek alacağı Peygamber’ini tanıma, onu daha iyi tanıyıp sevgisini derinleştirme, mucizelerini öğrenip imanını artırma, onun sabrını öğrenerek kendisine sabır dersi çıkarma, ibadetini ve ahlakını öğrenerek kendine rehber edinme, aile yapısını ölçü edinme… Bunların sadece biri bile Siret-i Nebi öğrenmeyi ibadete dönüştürecek niyetlerdir.
Hayatımızın tümü Allah içindir. Yemeyi içmeyi, yürümeyi, uyumayı bile büyütebilir, büyümemize sebep yapabiliriz. Yeter ki yürüyüp gitmek seviyesinden büyük olma seviyesine yükselmiş olalım.
Büyük bir gaye için yaratılmış insanlar olarak küçük amaçlarla yaşayamayız. Büyümeye niyet etmeye mecburuz.