Rabbimiz Allah âlemlerin Rabbidir. Peygamberimiz Muhammed aleyhisselam âlemlere rahmettir. Kitabımız Kur’an bütün zamanların ve bütün mekânların kitabıdır. Ümmetimiz kıyamete kadarki bütün nesillerin ümmetidir. Şeriatımız hayatın bütününü kuşatan bir şeriattır. İlmihal kitaplarımız su konusu ile başlayıp ölenin mirasını dağıtmayı izah eden konu ile bitiyor. Dinimiz insan hayatını tamamıyla kuşatıyor. İnsanlar, cinler ve diğer mahlukatla beraber yaşamamız için yaratılmış bu evrendeki bütün ihtiyaçlarımızı karşılayan bir dinimiz var. Dinimizin bu büyük kapsayıcılığı ile övünüyoruz. İslam böyledir, büyüklüğü ve ebediliğinin zahiri teminatlarından biri de budur.
Bu yapısıyla dinimiz İslam, bütün insanlığa gönderilmiş bir davetiyedir. Açtığı şemsiyesinin altında bütün insanlığa yer vardır. Allah’ın mü’min kulu olmayı içine sindirmiş herkes için o şemsiyenin altında muhakkak bir yer saklanmıştır. Sevgili Peygamber aleyhisselam efendimizin ‘Âlemlere Rahmet’ olmasını en açık dille izah eden bir hakikattir bu. Şemsiye büyüktür, herkesin şemsiyenin altında bir mekânı vardır. O kadar büyüktür ki bu şemsiye, eli yüz insanın kanına bulaşmış birisine bile gölgesinde yer açmıştır. Ebu Cehil gibi birinin oğlu Rabbine yönelmeyi bilince ona da yer bulundu. Kim Allah’ın mü’min kulu olmayı içini sindirebiliyorsa onun yeri var bu şemsiyenin altında. Şemsiyemiz büyüktür; insanlığın hacmi kadar geniş bir hacimdir hacmi.
Müslüman insanın idraki ve hayat tarzı bu şemsiyenin genişliğine uygun olduğunda bir kimliği olur, o kimliği ile iman kardeşliğini güçlendirir. Allah’ın razı olacağı hayata daha yakın durur. Müslüman insan, o kuşatıcı şemsiyenin geniş alanını zihninde daraltır ve kendi mini şemsiyesi ile hayata bakarsa onun kuşatma alanı tam anlamı ile dininin kuşattığı alanla ters orantılı olur. Dininin genişlettiğini daraltır, davet ettiğini dışlar, hoş gördüğüne zıt düşer. Bu da Müslüman olmanın gereklerine ters düşmek olacağı için Allah’ın razı olmayacağı bir hayatı, onun razı olacağını umarak yaşar. İyi niyetle yapsa bile bu yaptığını neticede kaybeder.
Dinimizin namaza verdiği şekli asırlardan birinde değiştirme talebimizin dinin dışına kaymak olacağı ne kadar açık bir gerçek ise aynı şekilde dinimizin açtığı kardeşlik şemsiyesi altında mini şemsiyelerle din hayatı sürmeye çalışmak da benzer bir dışarıda kalma nedeni olacaktır. Zira namaz ve kardeşlik aynı kitabın ve aynı hadislerin konusudur. Emredenleri birdir. Farklı etnik kimliklerimizi iman kardeşliğinin altındaki potada eritemedikçe Rabbimizin razı olacağı bir hayat iddiasını ispat edemeyiz. Irkımızı yok kabul etmeden ama onu o büyük şemsiyenin altında tutarak iman hayatı yaşayacağız. Veda hutbesine bile konu olan ‘Arab’ın Arap olmayana, Arap olmayanın Arap olana’ üstünlüğünün olmayacağı ilkesi çiğnendikçe topraklarımızdan yükselen ezanlar bizi namaza davet eder ama kul yapımızı kulağımıza eritemez nitelikte kalır. Ezanın vurguladığı asıl hakikat kulağımıza, oradan da yüreğimize akmadıkça ortadaki İslam, anlaşılmamış İslam olarak kalabilir.
‘Müslümanlık’ vasfımız dışındaki bütün vasıflarımız, İslam şemsiyesinin altında kalmalıdır. Buna İslam ile alakalı olan vasıflarımızı da dahil etmeliyiz. Eğitim aldığımız bir eğitim grubu için geçerlidir bu. Ruh terbiyesi gördüğümüz oluşum da o şemsiyenin altında kalmalıdır. Kabullenilmesi zor gibi dursa da bu hakikat, alternatifi olmayan bir hakikat olarak önümüzde durmaktadır. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin Medine döneminde muhacirlerle ensar arasında tesis ettiği ‘Kardeşlik Anlaşması’nın tarihine bakabiliriz. Medine’ye hicretle aynı günlere yani sıfırıncı yıla aittir o sözleşme. Bunun yanında dinimizin en temel ibadetlerinden olan oruç, zekât, hac, tesettür gibi onlarca emir ise daha sonraki yıllarda emredildi. Medine’deki oluşumu bir medeniyet ya da İslam Medeniyeti oluşumu olarak isimlendirecek olursak gayet rahatlıkla şunu söyleyebiliriz: Kardeşlik, oruçtan önce geldi. Zekâttan da önce geldi. Tesettürden önce geldi. Hacdan önce geldi. Önce iman emredildi. İman eden mü’minler arasında kardeşlik Peygamber aleyhisselamın teminatı altına alındı. O kardeşlik fiili bir eylem olarak destana dönüştü. Mü’minler kardeşlerine mülklerini ve evlerini açtılar. Göz yaşı ile izlenecek sahneler görüldü Medine’de. Medeniyet önce yüreklerde kuruldu. O yüreklerden de Yesrib’i nurlandırdı da Medine oldu Yesrib.
Kural gayet açıktır:
Namazı emreden kardeşliği de emretmiştir. Kardeşliği pek çok emrinden daha önce yerleştirmiştir. Kardeşliği belgeleyenlere de şimdi Medeniyet kurun denmiştir. Şemsiye bu büyüklükte bir şemsiyedir. Bunu Arafat vakfesinde görebiliriz. Beytullah’ın etrafındaki tavafta görebiliriz. Cuma namazında görebiliriz. Allah’a imanın var olduğu her yerde görmemiz mümkündür.
Bugün şemsiyemizin kapsama alanını, olumlu ve iyi niyetli tavırlarla daralttıkça aslında kendi ayak bastığımız toprağımızı kaydırdığımızı anlamaya mecburuz. Küçük şemsiyeyi yeterli görenler, bir kişi için yapılmış şemsiyenin altına iki kişi girdiğinde ıslandıkları gibi asit yağmurunda ıslanacak ve neticede eriyeceklerdir. Hep beraber o büyük şemsiyenin altına girmek zorundayız.