Ömrünü Allah’a davete adayan, nesiller yetiştiren nice âlim ve davetçinin kendi çocukları üzerinde müessir olamayışı karşılaştıkları en önemli sıkıntılardan biridir. Dibine ışık veremeyen mum olmak; yürekleri aydınlatan, hidayet rehberi, peygamber varisi, âlim, âmil insanları üzmüştür. Ateşli konuşmaların sahiplerinden geriye bir avuç kül kalmasını kabul etmek, o ateşli tavırların sahipleri ve onları gıpta ile izlemeye çalışan mü’minler için zor olmuştur.
Ashabı kiramdan beri, sayıları büyük kitlelere ulaşan âlimler ve davetçiler arasında, insanlara tavsiye ettiği ölçülere uygun çocuk yetiştirebilenlerin sayısı kabarık değildir. Çocukların da babalarının izini sürme konusunda üstün bir himmet gösterdikleri söylenemez.
Ailesi dışındakilere etkili olan âlim ve davetçilerin bu sıkıntısının, teknoloji çağında yaşayanlara ait olduğunu söylemek de mümkün değildir. Özellikle bir zamana daraltılabilecek sorunlardan biri olarak göremeyiz bu sorunu. Sahabe nesli, tabiin nesli başta olmak üzere bütün nesillerde ortaya çıkan bir realiteden söz ediyoruz: Mum dibine ışık vermeyebiliyor, ateşten geriye kül kalabiliyor.
Özellikle vurgulamakta fayda olan bir ayrıntıyı da kaydetmemizde yarar vardır: Hasbelkader Anadolu’nun bir kasabasında bir camiye imam olmuş, müezzin olmuş ve o makamı maişet kaygısı dışında bir hedef için kullanamamış, sıradan biri olma seviyesini aşamamış, nübüvvet makamına vekaletin azametini hissedememiş kimselerin çocuklarını bu süreçte zikretmekte yarar yoktur.
Onların babaları her düğüne gitmeyen, evine her misafiri kabul etmeyen, her gıdayı evine sokmayan, her vasıtaya binmeyen, Peygamber aleyhisselam’a vekalet olan bir makamda bulunduğu için keyifli bir uyku bile uyuyamayan bir babadır.
Âlim veya davetçi, davasını çocuğa mücerret bir anlatma yerine, çocuğu o davaya ikna etmeye çalışmalıdır. Bu da eşlerin birbirlerine yardımıyla mümkündür. Ayrıca böyle bir ikna süreci yılların işidir. Bir yıl, iki yıl böyle bir ikna için çok küçük bir zaman dilimidir. Çocuğun, babanın davasına ikna olması İslam’ın gücüyle emredilmeye hazır olmasıdır ki böyle bir durum babanın işini çok kolaylaştıracaktır.
Bir de çocuğun yaşı ve bulunduğu muhit şartları dikkate alınırsa –biiznillah- hayırlı sonuç alınacaktır. Yeter ki gerekli bekleme süresinin en az dokuz yüz elli yıl olması gerektiği unutulmamış olsun.
Kürsüde anlattıkları ile caminin çay ocağında konuştukları aynı olmayan birinin unvanı ne olursa olsun ailesine ve çocuklarına yansıttığı sorunlar bu sorunlar değildir. Günlük haberleri beraber izledikleri mahalle sakinleriyle o haberler etrafında muhabbetler üreten biriyle, ahiretten derin haberler taşıyan ve o haberlerin endişesi altında gözü uykusuz kalan teheccüt erbabının aynı kefede tutulması mümkün olmaz.
Dert sahibi olmakla dertle dertlenmek aynı olmasa gerek. Müslüman’la “Müslüman” arasındaki en bariz farkların birinden söz ediyoruz. Sırf kendisi için yaşayanla insanlığın hidayetini dert edinenler arasındaki farktan, bir çocuğa elif cüzü öğretmeyi cihad görüp gecesini gündüz olarak kullanan sahabe mantıklı hatta zamanının sahabisi olan insanlar kesinlikle farklıdırlar.
Onlar bilerek veya bilmeyerek bu farktan kaynaklanan sıkıntıları evlerine hissettirdiklerinde, ummadıkları sonuçlarla karşılaşabilmektedirler. Âlim olarak yetiştirmek istedikleri çocuklarından dolayı kahır çekebilmekte, eşlerini ummadıkları tavırlarda bulabilmektedirler. Sözünü ettiğimiz ‘hoca çocuğu olma’ sıkıntısının menşei budur.
Sorunun Temelleri
En önemli neden, babanın hedef büyüklüğü ve çalışma alanı genişliğidir. Bütün insanlığı kuşatmaya çalışan bir babanın kendi ailesi ve çocuklarına ayıracak yer bulamayışı sorunun en derin nedenidir. Kasabasını, ülkesini ihata eden bir yürek, bir kadın ve üç beş çocuğu ihmal etmemelidir. Kasıt aramadan hata çizgileri dâhilinde ele alacağımız âlim ve davetçilerin de kendilerini irdelemeleri gereken bir konu olarak ele alınmalıdır. Dava ile ev arasında denge, hizmetle ailenin istekleri arasında adalet sağlamak davetçinin ve âlimin görevi olmalıdır.
Babasının yanında kendisine ait bir yer bulamayan, aynı evin çatısı altındaki babasını göremeyen, onu görse bile derdini, isteklerini anlatmaya vakit bulamayan veya sözlerine açık bir kulak bulamayan bir çocuğun hissiyatını takdir etmemiz gerekiyor.
Hiç kimse Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’den daha iyi bir dava adamı, hizmet ehli olamaz. O ise ailesini ihmal etmedi, çocuklarını ve torunlarını ikinci derecede görmedi. Bütün ağır meşakkatlerine rağmen ne ibadetinden geri kaldı ne de çocuklarından ve evinden. Üstelik de onun evi bir iki haneli ev de değildi. Aynı anda dokuz hanımlı bir evi idare etmek ve hiçbirine zulmetmemek asla unutulmaması gereken bir derse ait notlardandır.
Davetçi baba veya annenin, davanın ağırlığını, henüz mükellef bile olmayan bir çocuğa ‘dava düzeyinde ağır’ bir üslupla anlatmaya kalkması, anlattığının sonuçlarını beklemede aceleci olması hata olarak değerlendirilebilecek tutumlardır. Çocuk, kimin çocuğu olursa olsun nihayetinde çocuktur; tabii bir seyir içinde büyümek ve olgunlaşmak onun da hakkıdır.
Davetçi anne ve baba, toplumun bir tür baskıya dönüşen bakışlarını, tepkilerini abartmamalıdır. Filancanın çocuğu, sırf annesi veya babası, insanlığı ihtiva eden, ahireti göz önünde tutan bir projenin başında bulunduğu için Allah’ın nimetlerinden mübahlar dairesinde mahrum olmamalıdır. En iyinin peşinde olmamız, iyilerin yasaklanmasını gerektirmiyor.
Her hâlükârda davetçi ve âlim, evini ve çocuklarını başka âlim ve davetçilere mahkûm ettirmemeyi yeğlemelidir.
Çocuk, kesinlikle çocuk olarak görülmelidir. Bulunduğu evin özel şartlarından ve farklı imkânlarından ötürü emsallerine göre farklılıklar göstermesi bir çocuğun büyümüş sayılmasını gerektirmemektedir. Oyunuyla, arkadaş çevresiyle, sorunlarının tahlil edilmesiyle hoca çocuğu da çocuk muamelesi görmelidir.
Baba ve annenin öğretmen olarak çocuğunun karşısına dikilmesi, eğitim kuralları açısından olumlu sonuçların alınmakta zorlandığı seçeneklerdendir. Daha çabuk sonuç görme arzusu, sabrın sınırlarının daralması, öğretim ve eğitimden önceki çocuğa ait birikimin üzerine eğitim zorluğunun yığılması, babanın ve annenin çocuğunun önünde öğretmen olarak durduğu zamanki zorluğu hazırlar. Âlim ve davetçi, çocuğu için başka mürebbiler aramaktan çekinmemelidir.
Türkiye şartlarında hâlâ hayatta olan pek çok âlim ve Kur’an ehlinin, çocukları üzerindeki emelinin tahakkuk etmemesinde bu neden yatmaktadır. Evet, onların tutumlarını kınama hakkımız yoktur. Samimi duygularla, başka örnek bulamadıkları bir zamanda yapabileceklerine inandıklarını yapmışlardır. İnşaallah niyetleri ile ecir kazanmışlardır. Ama onların onca ağır tecrübelerinin yeniden tekrar edilmesinin bir anlamı yoktur.
Belalar Yağmur Yağmur Gelince
Dağına göre kar yağmış olması normal görülmelidir. Ancak burada dikkat edilmesi gereken nokta anne-babanın bilgi anlamında, uygulama anlamında ilişki ve iletişim anlamında üzerlerine düşen her şeyi yapmaları, çocuklarına ulaşabilecekleri her yolu denemeleri ve sonucu Allah Teâlâ’nın takdirine bırakmalarıdır.
Her şeye rağmen dine hizmet yolunda bulunanlar, yolun meşakkatine hazır olmalıdır. Sabırdan başka bir silahları bulunmadığını bilmelidirler. Öncekilerin çektikleri sıkıntıları bile bile tekrar yaşamanın da bir anlamı yoktur; helaller ve haramlarla oynayamayız, öncekilerin taktikleri ayetle hadisle sabit şeyler değildir. Onlar, zamanının gereği olduğunu zannettiklerini yaptılar. Biz zamanımızın ve çocuklarımızın hesabını yapmakla mükellefiz. Bir aileden bir kurban yetmez. Hepimiz davamıza kurbanız.