Zaman bizim için işlemektedir. Zamanı yaratan için zaman işlemiyor. Dün, bugün ve yarın bizim kavramlarımızdır. Bizi ve kullandığımız zamanı yaratan Rabbimiz ise Ezelî ve Ebedî olandır. O’nun için geçmiş ve gelecek olmadığı gibi, geçmiştekiler ve gelecektiler de yoktur. Bize göre baş ve son neresi ise O’nun o iki nokta arasındaki hükümleri, tecelli eden kaderi bir lahza kadardır. Dostu İbrahim aleyhisselamın ateşe atılma sahnesi, bizim için filan tarihteki bir olaydı. Nuh aleyhisselamın gemisinin su üzerinde yüzdüğü aylar, bizim kullandığımız takvimlere göre şu kadar ay bu kadar gündür. Musa aleyhisselam için denizin kara olduğu o muhteşem gün ve yer, bizim için milattır veya ölçüdür. Allah Teâlâ ise bütün zamanları ve bütün mahlûkatını bir tek noktada ve bir tek lahzada görüp kollamaktadır. Olmasını murat ettiği işler için de geçerlidir bu, o işlerle ilgisi olanlar için de.
Bugün yaşayan mü’min nesil olarak, önceki nesillerin başta peygamberler olmak üzere hayatlarından bize intikal eden bilgileri, o dönemin insanına ait hatıralarmış gibi ele almamız yanlıştır. O dönemlerin insanlarına ait olsa da, kitabımız Kur’an, onların hayatlarına ait imtihanları bir ders mantığı ile önümüze koymaktadır. Kimsenin adının Nuh veya İbrahim olması gerekmiyor. Herkesin, Nuh veya İbrahim mantıklı olması gerekiyor. Bu anlayışı idrak edebilenler, yaşadığımız dünyada altından çıkılamaz zannedilen pek çok sorunun, sıkının Allah’ın rızasını kazanmaya yönelik bir nimet olduğunu da anlayacaklardır.
Şu anda bir tür ateşe atılmak isteyenler ya da atılmış bulunanlar, Kur’an’a müracaat edip önümüze konmuş bulunan ateşe atılmış İbrahim’i ve İbrahim’e o kaderi yazan Allah’ın kaderinin nasıl tecelli ettiğini görmelidirler.
Servetini koyabileceği yer bulmakta zorlanan mü’minler, Kur’an’a müracaat edip Karun’u ve Karun ile alakalı kaderini işleten Allah’ın hükmünü izlemelidirler.
Katlanılamayacağını vehmettiği hastalıklar, ıstıraplar içinde olanlar, yine Allah’ın hidayet kaynağı olarak elimize koyduğu Kur’an’a yönelip Eyyüb aleyhisselam üzerinden sabrın muhtevasını ve akıbetini incelemelidirler. Sonra da, dün adı Eyyüb olan bir kulunu o sıkıntılarla imtihan eden ve ona kazandığı imtihanının neticesi olarak ‘güzel bir kul’ olma ödülü veren Allah’ın neyi murat ettiğini düşünmelidirler.
İş sahipleri, işçiler, işsizler, babalar, anneler, bütün mü’minler olarak, bizden öncekileri imtihan eden Rabbimizin imtihanını, imtihanın içindeki kulları üzerinde izleyebiliriz. Ne insan olarak onlardan farklıyız ne de iman esaslarımız onlardan farklıdır. Aynı cennet için aynı Allah’ın kulları olmaya çalışıyoruz. Onlarla aramızdaki tek fark zamandır. O zaman da bizim için işliyor, onu yaratan için işlemiyor. Biz, bizim için işleyen zamanı gerekçe görerek, zamanı yaratan Rabbimizin üzerimizde görmek istediği imtihanları kendi istek ve keyfimize göre şekillendiremeyiz. Şekillendirdiğimizi zannetsek de sadece kendimizi oyalarız.
Bizim için koca dünya, koca kâinat ama, Allah için ‘ol’ demesiyle oluvermiş bir mahlûkÉ
Bizim için şu yıldan bu yıla geçmiş bir zaman ama, Allah için hesapta olmayan bir kavram…
Bizim için sadece biz ve bizim eksenimizdekiler ama, Allah için kullarından bir kul, mahlûkatından biri sadeceÉ
İnsan, başkası üzerindeki her şeyi inceleyip kendi üzerindekini göremediği gibi, kaderini, yarınını, nerede ve nasıl bulunduğunu da göremiyor, göremez de. İnsan, görme kabiliyetini abartmamalıdır. Allah’ın gördüğünü gören, O’nun gösterdiğine bakabilen çok şey görür, tek gerçeği görür. Kendi gözüne itimat eden ise çok şeyin gözüne battığını anlayacak ve dikenler arasında kıvranacaktır. Kitabımız Kur’an, önümüzü açmaktadır. Bütün zamanların ve mekânların derinlikleri ondadır.
Dertleri aşmak isteyen, zaman ve mekân ötesinde olmanın rahatlığına ermek isteyen Kur’an’a dönmelidir. Orada ateşe atılan İbrahim’i, sıkıntılarla boğuşan Eyyüb’u, çocuk hasreti ile inleyen Zekeriyya’yı bulmalıdır. Onları önümüze koyan Allah için zaman değişmiyor, kulluk kimliğimiz değişmiyor, nihaî hedef olan cennet ve onu hak etme çabası da değişmiyor.