İnsanız, geçmişimizdeki ne kadar insanın devamıyız bilmiyoruz bile. Bugün ise insan olarak milyarları bulduk. Artıp duracak insanlık; insan için takdir edilmiş olan son vakit gelene kadar artacak duracak sayımız.
Sonra da birinci insandan son insana kadar bütün insanlar bir meydana toplanacak. Mahşer yeri olacak orası. Orada diriltilip toplanacağız. Kim ne zaman yaratılmış olursa olsun herkesin toplanma ve bulunma yeri olacak orası. Oradan da bizi yaratanın huzuruna alınacağız. Kendi varlığımızdan şüphe ederiz de bu büyük hakikatten asla şüphe etmeyiz.
İnsanlık olarak o toplanma yerine doğru gidiyoruz. Erkeği-kadını ile bütün insanlık orada olacak. İyilerle kötüler için aynı oranda geçerli bir kuraldır bu. Buna tartışılamaz bir hakikat olarak iman ediyoruz.
O toplanma gününde, bizi yaratıp insan olarak dünya hayatında var eden Allah’ın huzuruna alınacağız. Tek tek huzura çıkacak ve ilk nefesten son nefese kadar kendimizi izlemeye alınacağız. İyiler ve kötüler, beyazlar ve siyahlar, erkekler ve kadınlar, yönetilenler ve yönetenler, zenginler ve fakirler… Hepimiz, bütün insanlar huzura alınacağız. Dillerimizin susturulduğu ama diğer organlarımızın dillendirildiği bir yer olacak orası. Ellerimiz konuşacak, ayaklarımız konuşacak, gözlerimiz konuşacak…
O günün şimdiden düşündüren gerçeği, orada tek başımıza bulunacağımızdır.
Bugünkü sevdiklerimiz, umduklarımız, güvendiklerimiz orada yanımızda olmayacak. Yüz yüze ve tek başımıza kalacağız. Sorulacak ve cevap vereceğiz. Büyük hakikat budur. Hayatın mantığı bunun üzerine kuruludur. Unutmakla ya da savmakla kurtulmanın mümkün olmadığı gerçektir bu. Tek başımızayız ve yüz yüzeyiz. Hayatımızın bütünü ve yaptıklarımızın tamamı ile yüz yüze geleceğiz.
Yeryüzünde mü’min olarak bulunmak, o günü bilerek ve idrak ederek yaşamaktır. Hayvanlarla da farkımız budur, hayvandan aşağı kalmayanlarla da. O gün tek başımıza olacağımızı unuttuğumuzda var olmamızın şifresini de kaybetmiş oluruz.
Böyle bir hakikati sadece bilmiş olmak yeterli gelmeyecektir. Bilmek ve bilmenin gereğini yapmak gerçek bilgidir. Cehennemin yakıcı olduğunu itiraf etmenin yanmaya mâni olmadığı gibi tek tek hesaba çekilmeyi bilmek de hesaptan kurtarmayacaktır.
Şu fani dünyada yapmamız gerekenlerin tamamını o günü dikkate alarak yaparsak o güne en iyi yatırımı yapmış olacağız. Esasen insanlık için bir iş yaparken yatırımını yaptığımız eksen kendi eksenimizdir. Bir fakiri ihya etmek kendimizi ihya etmektir. Bir hastaya yardım etmek kendimize yardım etmektir. Ümmet olarak bulunduğumuz her yerde bir kişi olsak da, gerçekte bir kişi değiliz; ümmetimizin parçasıyız. Orada bulunmamız ümmetimize yatırımdır. Ümmet bizim ümmetimiz olduğuna göre ona yatırım bize yatırımdır. Böyle görüp böyle yaşamak gerekiyor.
Kendimizi değersiz görmekle başkaları üzerinden emeller taşımak gibi iki zıt hatanın ikisi de bizim için yanlıştır. Eğer beklenen ihya ise o ihyanın muhatabı benim, ben de ümmetimin bir parçası olduğum için ümmetim ihya olmuştur, diye düşünürüz. Yukarıyı ve aşağıyı izlerken ‘ben’ nerede duruyor diye tefekkür edilmelidir. Ben varsam, ben yoksam, ben becerdi isem, ben sevdi isem sevildi isem, ben kemal yolunda oldu isem şuuru, o tek başına huzuru alınma gününün teşvikçisidir. Bunu kaybetmek, o gün için kayıptır.
Baktıkça kendimizi görebileceğimiz açıyı bulmalıyız. Gördükçe kendimizi o güne hazırlayacağımız bir plan yapmalıyız. Ahirete iman bunu gerektiriyor. İmanda samimiyetin sonucu budur. Şeytanın farklı hilelerine karşı uyanık bulunmak böyle bir anlayış ve pratikle mümkün olabilir. Bunun aksi ise büyük konuşmak ama küçük iş yapmak olur.