İnsanın açlık ve barınması sorun hâline gelmeden önce ‘aile’ sorun oldu. Olayı sadece Habil/Kabil ya da iki kardeşin kavgası gibi görmenin çok kısır bir bakışı yansıttığını söylememizde bir sakınca yoktur. Nasıl her öldürülen insanın cinayet dosyasından bir suret de Kabil’e yazılıyorsa, bugün aile adına yaşadığımız sıkıntılarda da başlama noktası açısından ilk insanın dönemine ait izler vardır.
Evlenen iki gencin karşılaştığı sorunları çağın getirdiği yaşantı tarzına yüklemek de tek başına doğru olmayacaktır. İnsan, insan olarak bulunduğu her yerde içyapısından kopmadan bulunduğuna göre, onun, camide ibadet ederken nefsinden kaynaklanan sorunlar içinde yoğrulması da tabiidir, evinde erkek veya kadın olarak bulunduğunda ‘aile sorunu’ denebilecek sorunlarla yoğrulması da tabiidir. İnsanın, hem insan olarak kalması hem de melek gibi olması nasıl beklenebilir? İnsan olmasının kendisine yüklediği sorunlara rağmen, o sorunların kendisinden götürdüğü değerlerine rağmen insanın meleklerle yarışabileceği bir zeminde bulunmasının sırrı da burada gizlidir.
Aile, en eski ve en köklü sorunların odağıdır.
Bunun yanında, insanın bütün temel sorunlarının ana çözüm odağı da ailedir.
Bir kere insanın mümbit ve bereketli bir zeminde hayata başlaması, salih insan olma vasfını kazanacağı ilk eğitimini alacağı yer, ana rahmidir. Ana rahminin de hiçbir şekilde aile dışında bir yerde sağlanması mümkün değildir. Camiden, medreseden, cihat meydanından önce aile yuvasının ilk ve yegâne eğitim odağı olarak görülmesi bu bakımdan şarttır. Erkek olarak doğanın sonradan kadınlaştırılması veya aksi, nasıl suyu ters akıtmayı çağrıştırıyorsa, ailedeki ilk şekillenmenin sonradan değiştirilmesi de buna benzemektedir. Sonradan bir aşılamadan söz edilebilse de esas olan tohum süreci olacaktır.
Bu hakikat bizi, neden şeytanın en çok ilgilendiği ve insanla mücadelesini ilk başlattığı noktanın aile olduğu sorusunda açık bir cevaba götürmektedir. İnsanı ebedî bir hüsrana sürüklemeyi gaye edinen şeytan, bu gayesinin gerçekleşmesi için önce aileden başlamıştır. O böylece köklerden başlamış olmaktadır. Köklere zarar vermeyi becerdikten sonra ise dallar onun için daha kolay olacaktır elbette.
Bu hakikat, bir yandan da evliliğin ve evliliği çevreleyen değerlerin mü’minin gözünde nasıl bir yerde durduğunu göstermektedir. Evlenmenin ve ev hayatını Allah’ın rızası doğrultusunda sürdürebilmenin ‘Allah’ın âyetlerinden bir âyet’ olması ancak bu mantıkla anlaşılabilir. Bir gencin başka bir gençle görünürde şehvetlerini tatmin ekseninde bir araya gelmelerini Kur’an’ın ‘Allah’ın âyetlerinden bir âyet’ olarak göstermesi bile, bu hikmetin önünde durulup tefekkür edilmesi için iyi bir malzemedir.
Kur’an’ımızın bize göre teferruat olan, hatta biraz da meclislerde anılması pek münasip olmayan ‘özel hâlleri’ ulu orta anması, imandan, ahiretten, ibadetten, zikirden, cihattan ve benzeri ulvî kavramlardan söz ederken, mesela bir orucu ve Ramazan’ı öne çıkarırken birden ‘kadınlı’ konuları göze sokar gibi öne çıkarması, aile ve aileye dair konuları hangi ciddiyetle ele almamıza işaret etmektedir.
Aile, insanlığın en eski ve en kapsamlı sorunlarını ihtiva etmektedir. En açık ve kesin çözümler de ailede gizlidir.
Herhâlde bu nedenle aileyi oluşturan değerler olarak iffet, nikâh gibi kavramlar bize mukaddesat arasında bildirilmiştir.
Bu nedenle evliliği bir cihat olarak görmeden, onun hakkını vermek zor olacaktır.
Bir nikâh akdine imza atan erkek ve kadın, ilk insandan beri tevarüs ederek gelen sorunlar dağına omuz vermek veya altında kalmak gibi iki zor seçenekten birini tercih etmek üzere imza attıklarını bilmelidir. Hiçbir çağ ve hiçbir sistem bu formülü değiştiremeyecektir. Çünkü bu, insan olmanın gereğidir. İffeti ve fazileti tercih etmenin, sonrasında cennet nimetlerine dönüşecek bedeli budur.
İnsanlığın en eski dertlerinden biri, ailenin barındırdığı dertlerdir. En çok kazandıran, cennet getiren işlerden biri de ailedir.