Fıkıh

Fıkıh, dini ilimler arasında biri ilim adı olarak bilinir. Genel anlamı ile dinin ince ölçüleri ile bilinmesi ve öğrenilmesi için kullanılmaktadır. Fıkıh ilmi, dinin ince ölçüleri demektir. Biraz daha güncelleştirilmişine ilmihâl adı veriliyor. Zikretmeye gerek yoktur ki, fıkhın esas aldığı bilgi kaynağı kitabımız Kur’an ve Peygamber aleyhisselamın hadisleridir. Bu iki kaynaktan temel olarak beslenir fıkıh. Fakîh de fıkıh bilgisine sahip âlim anlamına gelmektedir.

Şüphe yoktur ki, dindar olmak isteyen her mü’min bir nebze fıkıh bilmek zorundadır. Ticaret erbabından olan o bölümün fıkhını bilecek, ziraat ehli de o bölümü. Namaz kılacağına göre her mü’min namazla ilgili fıkhı bilecek. Netice olarak herkes için bir zorunlu fıkıh vardır bir de herkesin özel olarak bulunduğu alan için bilmesi gereken. Mü’min olarak yaşamak başka türlüsünde bir iddia olarak kalır. Cahilin iyi mü’min olması sadece hayaldir.

Namaz kıldığımıza göre namazın fıkhını biliriz. Bilmezsek kıldığımız namaz, baş-göz kırdığımız bir namaz olur. Namazın ayrıntılarına dair bilgimiz, secdeden sehiv secdesine kadarki ayrıntılar bütünü ile namaz fıkhını oluşturur. Her namaz ehlinin temel kültürü niteliğinde olur o bilgi.

Ramazan ayında tutulan oruç da dinin emirlerine ve uyarılarına göre tutulacağına göre onun da bir fıkhı olacaktır. Oruç fıkhı diye bir fıkıh muhakkak vardır. Aksi takdirde aç kalmaya oruç demiş olabiliriz. Hac, zekât, sadaka, sıla-i rahim… Dinin emri diye yaptığımız her iş ve ibadet neticede dinin getirdiği ölçülere göre yapılacaktır. Bu da bir bilgiyi gerektiriyor. O bilgiyi-kaynağı Kur’an’ımız ve hadislerimiz oluşturacaktır. Bizim önümüze de fıkıh adıyla getirilecektir. O kadar ki Kur’an okumanın da bir fıkhı vardır. Harflerin telaffuzundan medlerin çekilmesine kadar belli bir kurala göre okunur Kur’an’ımız. O kural izlenmediğinde okunması ibadet olan Kur’an okumalarını yapamayız.

Rabbimiz, mü’min insan olarak nelere bakabileceğimizi nelere de bakmamamız gerektiğini bize bildirmiştir. Salınmış bir göz sahibi olamayız. Kitabımız bize ‘gözlerini korusunlar’ diye emir vermiştir. Fakihler de bunun üzerine göz fıkhı diyebileceğimiz kurallar getirmişlerdir önümüze. Aynı şeyi kulağımız için söylememiz mümkündür. Serbest ve kuralsız kulak sahibi olamayız. Elimiz ve ayağımız, iman ettiğimiz Şeriat’ın çizdiği çizgilerle hareket ettiği zaman yarın Rabbimizin huzurunda hesabımız kolay olabileceğine göre elimiz ve ayağımızın da bir fıkhı vardır. Mü’min olmak, mü’min olarak yaşamak bunu gerektiriyor. Belli ibadetleri yerine getirip bildiğimiz gibi yaşayarak değil her şeyimizle teslim olarak ve bize ait ne varsa onu kurallar dairesinde tutarak iman hayatımızda başarılı olabiliriz.

Her mü’min bilir ki, Kur’an’ımız ve hadisler kalp üzerinde çok yoğun durur. Yaşayan kalp sahibi olmaya çağırır bizi dinimiz. Kâfirleri kalpleri ölmüş kimseler olarak gösterir bize. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz, kalbin düzgün olması ile her şeyin düzgün olabileceğini, onun bozulmasının her şeyin bozulması olabileceğini anlaşılır bir dille bize bildirmiştir. Namazdan sadakaya kadar yaptığımız bütün işlerimizde ve yapmamış olmamız gerektiği hâlde yaptığımız işlerde kalp daima başrolde ve etkin bir konumdadır. İnsan olarak gösterdiğimiz tavırlarda, aile içi ilişkilerde, sosyal kimliğimizi oluşturan sözler ve tutumlarımızda kalp kaynaklı bir enerji kullanmaktayız. Adeta biz insan olarak veya mü’min olarak kalbimiz kadarız, kalbimiz gibiyiz diyebiliriz. Bunun başka türlü izah edilmesi mümkün değildir. En temel iki kaynağımız olan Kur’an’ımız ve hadislerimiz ortadadır.

Bu nedenledir ki namazımızı izah eden bir fıkhımız bulunduğu gibi esasen bir kalp fıkhımız da bulunmaktadır. Buna hangi isim verilirse verilsin, zarurî olma niteliğini değiştirmiyor. Namazın fıkhını bildiği kadar kişinin iyi namaz kılabileceğini nasıl iddia ediyorsak aynı şekilde şunu da iddia ederiz:

Herkesin insanlığı ve mü’minliği kalp fıkhına vukufiyeti ve tatbiki kadardır.

Site Footer