Cennete girme yollarını gösteren iman kitabımız Kur’an’ımızın zikrettiği isimlerden biri de Firavun’dur Bu bir isim midir, lakap mıdır? Böyle bir soru önemli değildir. Önemli olan Kur’an’ımızın bir iman kitabı olarak bu ismi önümüze koymuş olmasıdır. Kitabımıza adeta bütünü bir sayfaya yazılmış gibi tasarlayıp baktığımızda şu neticeye ulaşırız: Firavuna bakıp Muhammed aleyhisselama iman edilmektedir. Firavun, bir insan tipinin adadır. Hayrın negatifidir. Şerrin örneğidir. Batılın simgesidir. Azmış olmanın adresidir. Beyazın karşısında siyahtır o. Beyazı arayanlar siyahı bilirlerse beyazı bulacaklardır. Hakkı arayanlar da batıldan geçebildikleri zaman ve mekânlarda onu bulabileceklerdir. Bunun için de, Firavun cennet haritamızın üzerinde önemli bir işarettir.
Firavunsuz bir dünya olamaz. Firavunsuz bir imtihan beklenemez. Dünya gece ile gündüzün ortak kullanıldığı bir alandır. Tıpkı doğmakla ölmenin ortak kullanıldığı bir alan olduğu gibidir bu. Kimsenin Firavunsuz bir dünya beklentisi olamaz. Ne kelîmullah olan Musa aleyhisselam Firavunsuz bir alan isteyebildi ne de Allah’ı ve rızasını arayan bir mü’min, Firavunsuz bir zaman ve mekân bekleyebilir. Varlık nedenimiz gibidir o. Gecenin gündüze, gündüzün de geceye borçluluğu gibi bir şeydir bu.
Firavun şeytanın görülebilen yüzüdür. Şeytan bizden önce vardı. Bizden sonra da olacaktır. Batılın adı ve enerjisi olarak o eksik olmayacaktır. Görünen yüzü olan Firavun da, nerede bir şeytanlık gerekiyorsa görünen yüz olarak ortaya çıkacaktır. Ezecek, öldürecek ve zulmedecektir. Mısır onun, dünya dönerken muayyen bir vakitte güneş ışınları ile izlenebilen bir anını anlatır sadece. Mesele şeytanın görünen yüzü Firavun meselesi ise her yer Mısır’dır. Her yer piramitlerle doludur. Bütün zamanlar onun için uygun, hatta gerekli zamandır.
Mü’minler, önlerine bakarken mecburen karşılarındakini görürler şüphesiz. Önümüze baktığımızda karşımızda duran Firavunları görebiliriz. Bulunduğumuz konuma baktığımızda ise Firavun’un karşısındakini görürüz. Dün onun karşısında Musa vardı. Harun vardı. Allah’ın selamı onlara olsun. Ammar, Yasir, Sümeyye, Hamza, Mus’ab onun karşısında gördükleri idi. Allah onlardan razı olsun. Dün onlar vardı. Firavun, dün olduğu gibi bugün de vardır, var olacaktır da. Mü’minler karşılarında onu göreceklerdir. O da dün, karşısında birilerini görüyordu. Asiye’yi görmüştü. Çıldırmış ve kendi karısı olduğu hâlde onu çivilerle yere çakmıştı. Ne onun rolü ne de Asiye’nin rolü beyhude değildi elbette. Herkes rolünde ve yerinde olmalıydı, oldu da.
Dün, Asiye’nin dünü idi. Bugün de bizin günümüzdür. Asiye, Rabbinin ona takdir buyurduğu rolünde mükemmel bir varlık gösterdi ve Asiye’miz oldu.
Bugün Firavun, şeytanın görünen yüzü olarak yerinde olacaktır. Garip bir tecelli değildir böylesi. Akıp giden tarihin, ezelde yazılmış kaderin tecellisidir bilakis. Asiye’yi ve emsallerini bilip duranların kendi zamanları ve mekânlarındaki Firavunları ecnebi görmeleri anlamsızdır. Firavun ecnebi değildir. İçimizden biridir. Bizden değildir, biz ondan değiliz ama oyunumuzda rolü vardır. Onu kimse dışlayamaz. Ona kimlik aramak gereksizdir. Onun kimliği tescillidir. Kur’an’ımızda var, daha ne belgesi getirsin? Onun bulunmayacağı bir hayat beklentisi bizim romanımızdır, hayatın gerçeği değildir. Yanılgımız budur. Sorun Firavunlu bir dünyada yaşamakta değildir. Bizim Firavunlu bir dünya standardı dışında kalmayı mü’minlik zannetmemizde sorun vardır. Kızlarımızın Asiye olmak için çırpındığı bir dünyada her dikili ağaç bile Firavun olsa ne olur? Kur’an’ımızı ezberleyenler, yürüyen Kur’an olabilseler, Allah’ı anmak olan zikrin en muhteşeminin şehadete koşarak Allah’ı anmak olduğunu anlayabilsek, geçebilsek dünyadan, dünyanın Firavunları bize ne zarar verebilir? Olsa olsa şehadetle buluştururlar bizi. ‘Rabbim! Bana senin yanında bir odacık ver de, bunun sarayları buna kalsın.’ diye yerden göklere yükselecek bir seviyeye çıkarırlar bizi.
Yok yok, sıkıntı Firavunların varlığında değildir.
Sıkıntımız bizim, Firavun gibi yaşama illetine rağmen Asiye gibi olma kuruntumuzdadır. Gerçek ise çok daha muhteşemdir. Gerçek ezelî ve ebedîdir: Firavun, Kur’an ile sabittir. Tıpkı Musa aleyhisselamın ve Asiye’nin de Kur’an ile sabit olduğu gibi. Burası cennet değildir. Burası Asiye’nin cennete gittiği yerdir. Gerçek budur. Ebediyen de gerçek bu olacaktır.