Esasen insan bu âlemde gariptir. Cennetten gelmiş bir babanın çocuklarıyız. Düşmanımızın bizden önce gelip yerleştiği bir dünyadayız. İmtihan maksatlı gönderildik buralara, hangimiz daha iyi amel yapacak görülsün, melekler onu kaydetsin diye varız buralarda. Babamız, ilk insan Âdem aleyhisselamdan bu yana herkes için geçerli bir kuraldır bu. Böyle geldi böyle de gidecek ilanihaye.
İnsanız, insan da cennette yaratılıp garip kalacağı bir dünyada yaşıyor. Biiznillah imanla biten bir hayattan sonra ebediyen gariplik çekmeyeceği bir diyara gidecek. O âna ve diyara kadar garipliğini benimsemekten başka yapabileceği bir şeyi yoktur insanoğlunun. Bu kadar açık bir gerçektir bu. Kabul ya da itiraz etmek bu gerçeği değiştirmeyecektir.
İnsan olmayı mü’min olmakla taçlandırdık elhamdülillah. Mükerrem bir mahlûk olan insan olmayı Allah’a iman ederek yaratılış gayesi ile birleştirmek neticede garipliğimize gariplik katıyor olabilir, olacaktır da. Buna bütün insanlık için çıkarılmış hayırlı ümmetten olmayı da ilave edebiliriz. Daha da ileri giderek, zamanın ahir vaktine doğru ilerlediği dönemin mü’minleri olarak bulunduğumuz bu dünyanın bizim için daha derin anlamlar ifade ettiğini, etmesi gerektiğini tespite gerek yoktur. İnsanız, mü’miniz, son ümmetteniz, son ümmetin de son dönemlerine yakınız. Garipliğin içinde gariplikler tecelli edecek bir görüntüdür bu. Buna hamd etmekten başka alternatifimiz de yoktur. Elhamdülillah.
Garipliğimizin tecelli edişini izlerken, garipler arasında bir gariplik tablosu ile karşılaşabiliriz. Ümmet olarak garip kaldığımız bir zamanda ‘biz bu dönemde garibiz’ diyenlerin içinde biraz daha garipler bulunabilmektedir. İman ehlinin ortadan gidenler ve Allah’ın izni ile salih işlerde yarışanlar şeklinde bir tasnifi bulunmasına benzemektedir bu ayrım. Gariplerden bir garibiz derken, bizi dışlayan bir dünyanın ortasında garibiz demek istiyoruz. Daha sonra da garipler olarak içimizde bir sıralama geliyor. Ne yazık ki, buradaki tasnifi şu sıralama ile ayrıntılandırmaya mecbur kalıyoruz:
- Müslüman olmak bu koca âlemde yer yer tek başına kalacak düzeyde garip yaşamaktır. O kadar ki, bu gariplik Müslüman/mü’min olmanın adeta şartı gibidir. Bunu birinci düzey gariplik olarak görüyoruz.
- Müslümanlar arasında Allah’ın Şeriat’ı ile yaşamaya talip olmak isteyenler, bunun gereken fedakârlığını yapanlar ise bir iç gariplik yaşamaktadırlar. Bu iç garipliği yaşamayı kabul etmedikçe de bir dış dairede kalacaklardır.
- Üçüncü daire yani genel gariplik ve genelin içinde kalan ikinci dairedeki garipliği yaşayanlardan biraz daha derinlere inebilenler, Allah’ın Şeriat’ı ile yaşamaya talip olarak bu talebin bedelini her şartta ödemeye hazır olanlardan oluşmaktadır. Hicret gerektiğinde hicret, infak gerektiğinde infak, sabır gerektiğinde sabır…
- Daha iç dairede garip olanlar da bulunmaktadır. Yalın bir Şeriat tarafı duruşunu seslendirmede, bu mübarek garipliği nesillere taşımada öncü olan kadro elbette en garip mü’min nesildir. Bunların kimi Mescid-i Aksa nöbetindedir, kimi medresesinde Şeriat unutulmasın diye ders okutmaktadır, kimi köy köy insanlara tebliğ için yollara düşmüştür. Kovuldukları köylerle ikram gördükleri köyler arasında fark görmez bu üstün garipler. Devlet kapısından sürülürler, insanların nazarında ifrat ehli olarak görülürler, aile içinde bile itibar kaybederler ama asla heyecan kaybetmezler. Allah Teâlâ onlara dokuz yüz elli yıl ömür verse onlar yine Allah’a ve Şeriat’ına davet edeceklerdir. Peygamberler onlar için örnektir. Bu mübarek garipler yani garipliğin ve gariplerin ortasında kat kat gariplikle yoğruldukları hâlde hâllerinden memnun kalıp Rablerine iltica etmeyi becerebilenler, biiznillah bütün asırların bereket kaynağı durumundadırlar. Allah onlardan razı olsun.
O gariplere müjdeler olsun. Yılmayan bünyeleri, değişmeyen şahsiyetleri, dökülmeyen renkleri ile yaşadıkları çağın müseccel garipleridir onlar. Tescillenmiş gariplikleri ile şu dünya toprağını karış karış yürüyen ve gariplikleri ile bilinmiş enbiyanın izindedirler. Bugünün garipleri ama yarının mukarrebûnu olarak bilineceklerdir.
Garipliğimizden şikâyet edecek değiliz. Garip isek o garipliği bize Rabbimiz yazdı. Garipliğimizle övünürüz, o bize hız katar, heyecan verir. Müjdeli olmakla mutlu oluruz. Bunun için de garip olmak isteriz, gariplerle bulunmak isteriz. Bütün zamanlar ve bütün mekânlar o garipler için uygundur. Kim hangi tavrın sahibidir diye bakıldığı gün garipliğin hakkını vermiş olmayı dileriz. Neticesinde Rabbimizin rızası bulunsun da biz kırk kere katlanmış bir gariplik bohçasına sarılmış mü’min olalım, ne gam ne de keder, sadece elhamdülillah. Yeter ki kovulduğumuz kapı Rabbimizin kapısı olmasın.