Yaşadığımız çağa damgasını vuran olgunun ne olduğu hususu herkese göre değişebilir şüphesiz. Teknolojik gelişmeler başta olmak üzere hayata tesir edenler arasında en ağır gelen hangisi ise bu çağ için onun adı kullanılabilir. Mesela ‘cep telefonu çağı’ demek mümkündür. Buradaki karara, insana etki eden yönleri dikkate alınarak varılmaktadır.
Yaşadığımız çağın en bariz özelliği ise bir göz boyama çağı oluşudur. Göz kadar etki altında tutulmak istenen ikinci bir organımız yoktur. Göz, diğer organlara da etki etmesi için kullanılmaktadır. İçinde oturulan binaların dış yapısına gösterilen ihtimamdan bunu anlayabiliriz. Bir binanın insan hayatı için gerekli hâliyle insanların gözüne hitap eden hâli arasındaki oran bunu izah edebilir. Evlerin içinde evdekilerin sağlığı için gerekenlerle, birbirlerinin veya dışarıdan gelecek olanların gözüne sokmak istedikleri arasındaki oran da iyi bir izah vesilesidir.
İbadet mekânlarımız camiler bile bu göze hitap eden, ruh yerine gözü koyan anlayıştan etkilenmiştir. Sade bir ortamda ibadet makbul değilmişçesine mescitlere tezyinat yapılmaktadır.
Adeta göz doyduktan sonra asıl doyması gereken uzuvların aç kalmasında bir sakınca bile görülmemektedir. Yeter ki göz doysun.
Gözleri boyamaya Mushaflar bile katılmıştır. Kur’an ne için indi, ne için onu alıp okuyoruz gibi endişelerin yerini, neresinde hangi süs ilavesi var merakı almıştır. Basılan Mushaflara neredeyse tabiat resimleri âyetler arasına sokuşturulacak kadar bir göze hitap, göz boyama meyli ile karşılaşmış bulunuyoruz. Sadece Mushaflarımızdaki renklenme bile göz boyama medeniyetinin üzerimizdeki etkisini ispat edebilir. Ruha hitap eden Kur’an, günümüzde gözü tatmin etmeden ruha ulaşamamaktadır, mesele budur.
Gıdada dahi bu göz boyama medeniyetinin etkisini açık bir şekilde görebiliriz. En basit örnek olarak temel gıda maddemiz olan ekmeğin güzel görünmesi, gıdalı olmasından, zararsız olmasından daha önde tutulmaktadır. Ekmeğin neredeyse ana maliyeti kadar güzel görünmesi için harcama yapılarak önümüze konduğu bir ortamda ekmeğe ulaşıyoruz. Daha da garibi, güzel olmadığı için ‘köy ekmeği’ olarak vasıflandırılan ekmeğe sağlık nedenleri ile alaka çoğalınca o da göz boyama kültürü ile sunulur oldu. Boyayla, katkıyla ‘köy ekmeği’ ihdas edildi.
Cami ve ekmek; bu iki isim göz kurbanı olduktan sonra, ticarette göz boyacılığının bulunmasında ne sakınca olur?
Kalbiyle görebilen bir ümmet iken biz, gözden başka bir şeyle göremeyen bir ümmete dönüştük. Gözümüz de ancak rengârenk boyalı olanı görebiliyor. Bunun için de görmemiz gerekeni değil de gösterilmek isteneni görüyoruz. İşte bu çağa damgasını vuran bu illettir.
Eğitim de savaş da göz üzerinden yapılıyor. Haramlar göz üzerinden yayılıyor. En çirkin nesneler en cazip hâle sokulurken göz kullanılıyor. Esasen medyası ve diğer etkin araçları ile şer güçler insanları gözlerinden vuruyor, gözü esir alıp onun üzerinden yönlendiriyorlar.
Kitabımız Kur’an’ın bize, gözlerimizi korumakla ilgili emri bir kere daha düşünülmesi, çalışma alanı olarak belirlenmesi gereken önemde durmaktadır. Çocuklarımız ve ailelerimizle ilgili planlamalarda, göz boyama medeniyetine karşı hangi taktiklerle ayakta kalacağımızı da incelemeliyiz.
İşimiz, ilmihal öğretmekle, Kur’an okutmakla bitecek kadar kolay görülmemektedir. Kur’an okumak, dini bilmek gözün boyanmasına karşı yeterli bir savunma oluşturmuyor.
Mezarlıklarımızın bile göz boyama kültürüne göre düzenlendiği bir âlemdeyiz.
Gerçekçi olmaya mecburuz.
Gözümüzü bu boya kültüründen koruyabiliyor muyuz? Bu boyalı kültüre karşı neler geliştirebiliyoruz?
Ekmeğimizden camimize kadar her yer gözümüzün hoşlanacağı kıvama gelmiş olabilir. Bize göre pek cazip ortamlarda bulunuyor olabiliriz. İşte gerçeklerin en büyük gerçeği: Allah, sadece kalplere bakıyor. Bu göz boyama medeniyeti, Allah Teâlâ’nın bizde görmek istediği medeniyet değildir. Ne şirin gösteren tebessümümüz ne de boyalı, dijital teknolojilerle donanmış camilerimiz Allah’ın bizde görmek istediği şeyler değildir. O, sadece mamur kalpler görmek istiyor. Kalp ise boya tutmaz, içindekini verir.