Gün, hafta, ay ve yıl; hangi zamandayız? Geçmiş mesela elli yıla göre ve bundan sonraki gelecek elli yıla göre zamanımızın tespiti nasıldır?
İsa aleyhisselamın doğumunu esas alarak şu yıldayız diyenlere karşı Peygamber aleyhisselamın hicretini esas alarak şu yıldayız diyebiliyoruz. Bu bizim için sabit bir sayı oluşturuyor ama başını ve sonunu kestiremediğimiz bir dünya hayatının neresinde olduğumuzu izah etmek için bir takvim gösteremiyoruz. Kimsenin de böyle bir takvim göstermesi mümkün değildir.
Başında ve sonunda bulunmadığımız, baş ve sonu ile alakalı kesin bilgi sahibi olmadığımız bir zamanın şimdiki hâlini nasıl tespit edebiliriz ki? Olsa olsa başa kendimize göre bir çizgi çizer ve ‘şu anda buradayız’ deriz. Bu da başı ve sonu yaratana göre neticede bir ‘hiç’ olmanın ötesine gitmez. Bize göre ise tarihin şurası veya burası diye abartılır durur.
Tıpkı dünyanın ortasını bulmak gibi bir ayrıntıdır bu. Yuvarlak gibi bir dünyanın neresinde durulursa orası ‘tam ortası’ sayılmak zorundadır. Kim nerede duruyorsa orası dünyanın ortasıdır hatta dünyadır. Değneğimin değdiği yer tam ortasıdır diyeni nasıl yalanlayabiliriz?
Yaratanı içinse kenarı da ortası da bellidir.
Bugün bizi üstten-alttan, sağdan-soldan çepeçevre kuşatan olayların ortasında kendimize ‘kimiz ve neredeyiz?’ ya da ‘çevremizde ne oluyor?’ sorularının cevabını da ancak böyle bulduğumuzu söyleyebiliriz. Allah’ın kullarıyız. Bu zaman için yarattığı kullarıyız. Olaylar dediğimiz şeyleri üzerimizde tecelli ettirmeyi murat eden Rabbimizin aciz ama onunla izzet bulan kullarıyız. Ya bu olayların başlangıcı diye bir çizgi çizecek ve kendimize göre gönül rahatlığı ile ‘biz buradayız, bu olaylar da şunun içindir’ diyeceğiz ki bu, tarihi belirlemek ya da dünyanın tam ortasını bulmak gibi bir durum tespiti olacaktır ya da kulluğumuzu ve bizi kul olarak imtihan etmek için yaratan Rabbimizi hatırlayıp zaman ve mekân kavramlarını aşarak, Rabbimizi razı etme hedefine doğru yürüyerek kendi çizdiğimiz çizgilerin içinde dar ve karanlık bir alanda sıkışıp kalmaktan kurtulacağız. Ya mağaramızı derinleştiririz ya da mağaramızdan Arş’a doğru yükseliriz. Bunun üçüncü şıkkı yoktur.
Şu gün ortaya çıkan olay, şu kişinin geliştirdiği proje diye alan belirlerken bizi ezen hissiyatın genel adı yalnızlıktır. Herkesin kendi derdine kapıldığı, büyük bir ümmet olmanın azametini yaşayamadığımız sıkıntının özetidir bu görüntü. Hayatı iki bin on altı yıldan ibaret zannedenlerin sıkışıp kaldığı daracık koridorun bir benzeri de mü’min hayatın imtihanlarını bugünün olayları ile anlamaya çalışanların sıkışıklığıdır.
Daha geniş meydanlara inildiğinde bin yıla yakın bir zamanı her gün ve her saat ağır sıkıntılarla yaşayan ve bununla beraber insanlığın ‘ilk beş’ine giren Nuh aleyhisselam görülecektir. Çok hararetli günler geçirenler, o dar alandan çıkıp geniş vadilerde tutuşturulmuş bir ormanın ortasına atılan ama kendini yalnız hissetmeyen İbrahim aleyhisselamı bulacaklardır.
Haber bültenlerine kilitlenmiş kulaklarımızın baskısı altındayız. Küfrün ve ona hizmet edenlerin göstermeyi planladığına esir olmuş gözlerimiz bizi bunaltıyor. Nefesimizi tüplere bağlamaya çalışan İblis ve adamlarının darboğazı ile ciğerlerimiz nefes veremez oldu bize.
Kendimiz ettik bunları. Gereksiz yere dar sokaklara daldık. Ölçüsüzce açıldık göletlere.
Tarihin meydanları onca genişliği ile bize müthiş örnekler göstermiyor mu? Kitabımız bize bunları gözlerimizle görmekten daha net denebilecek berraklıkla anlatmıyor mu?
Aziz ve Celil olan Rabbimiz Allah, hangi kuluna mutlak adalet ve rahmetin dışında bir muamele yaptı da bize yapacak? O Erhamurrahimin olan Rabbimiz değil midir? Ona sığınıp da açıkta kalan var mı? Ya da onun imtihanına razı olmadan rahmetine sığınanı kabul etti mi bu zamana kadar? Başta peygamberleri olmak üzere kime özel muamele yaptı, kimi ‘olaysız, sıkıntısız’ bir hayatla iyi mü’min olarak kabul buyurdu, kimi?
Artık işin sırrını anlamak zorundayız:
Mülk Allah’ındır. Kanun onundur. Başından sonuna kadar dünya hayatının tamamında onun hükmü dışında tek bir kelimelik oluşum bile yoktur.
Biz de onun kullarıyız.
Mülk onun, zaman onun, kullar onun, hüküm onundur. Hayatı da bizi de ‘hangimizin daha iyi amel yapacağını görmek için’ yarattı.
Hangimizin zamanı kendi ölçülerine göre daraltacağını, hangimizin de hayatı Allah’ın kudreti ve azameti üzerinden anlayacağını görmek istiyor. Hangimizin dar bir tarihte yaşayacağını, hangimizin de tarihin uzun vadisine açılmış bir yolda yürüyeceğini görmek istiyor. Bu gizli bir hakikat değildir. Bu büyük hakikati, her gün, her olayda görmek mümkündür.
Bu zaman Allah’ın zamanıdır. Biz de Allah’ın kullarıyız.