Hicret, toprağı terk etmeden önce, bâtılı ve Allah’ın haramlarını terk etmektir. Düşünceleri, gelenekleri, zevkleri ve dost ortamını terk etmeden önce toprağı terk etmek zordur. Bunun için sevgili Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimiz: “Asıl Muhacir, Allah’ın yasakladıklarını terk edendir” buyurmuşlardır. Toprak hicreti, gerektiği zaman; şuur hicreti ise her zamandır.
* Muhacirler, her şeyden feragat edip Allah’a hicret ettiklerinde, onlara bağırlarını açan bir Ensar topluluğu bulmuşlardı. Ensar’ın fedakârlıkları olmasa, nereye ve kime gideceklerdi? O gün Yesrib’de Peygamber sallallahu aleyhi ve sellemi karşılayanlar, sadece beş yüz kişi idiler. Ama sonraki milyarların özü ve temeli oldular. Muhacirler ve Ensar ses getiren sağ ve sol el gibi oldular. Hicrete kucak açan Ensar olmak, Muhacir olmak gibidir.
* Hicret, sadece Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem ile ashabının uygulaması değildir. İbrahim, Yakub, Yusuf, Lut ve Musa aleyhimusselam da hicret etmişlerdir. Dünya ve onun üzerindeki hayatın gerçek çehresini kavrayan bütün müminler ya hicret etmişler ya da hicrete hazır yaşamışlardır.
* Hicret olayında Allah’a tevekkül, sebepleri kullanma, fedakârlık gibi kavramların en güzel örnekleri vardır. Resulullah aleyhisselam efendimizin hicret olayında uyguladığı planı oldukça hassas ve başarılı bir plandır. En son hicret eden olması, Hz. Ali radıyallahu anhı yatağına bırakması, güzergâh olarak Medine’ye ters bir yönü seçmesi, üç gün mağarada beklemeleri bu planın önemli noktalarındandır. Hz. Ali radıyallahu anhın mızrakların deleceğini bildiği bir yatağa yatması büyük bir fedakârlık örneğidir. Mağaranın deliğinden müşriklerin at nallarını gözlerken, canından çok yanındaki Peygamberini düşünen bir Ebu Bekir unutulur mu hiç? Davalar ancak, fedakâr mensuplarının omuzlarında yükselebilirler.
* Hicret olayı, Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin kişiliğini tanımamıza yardım eden örneklerle doludur. Öldürülmesine karar verilen bir şehre sekiz yıl sonra fethin komutanı olarak girdiğinde, ölümüne karar verenleri bağışlaması, hatta onları koruması altına alması, darda ve bollukta aynı karakteri sergilemesi önemli bir derstir. Mekke’den çıkarken ve oraya girerken aynı itidali göstermiştir. Hezimeti de zaferi de aynı dengede karşılayabilenler hicret edebilenler olmuşlardır.
* İman ve sabrın nasıl iç içe iki kavram olduğu da hicret sayesinde bir kere daha anlaşılmıştır. Mekke’den giden Bilal ile Mekke’ye giren müezzin Bilal aynı Bilal’dir.
* Hicret, “Ben gidiyorum” diyerek başını alıp gitmek şeklinde pek de kolay olmadı. En yakınlarından vazgeçip gidenler, malını verip gidenler, can boğazda gidenler çoğunlukta idiler. Canlarını mallarını değil, imanlarını kurtarmak için hicret ettiler.
* Hicret olayında kadınların tavrı, daha sonraki asırlarda zafiyetlerin gerekçelerini açıklayan önemli bir belgedir. Kadınları da muhacir olabilen bir davanın kurabileceği çok Medine’ler vardır.
Hicret var hicret var/Hicretin kimden kime?
Kur’an’ı bir raf kitabı haline getirmek, ona hizmet yolunda bulunmamak… Hem Allah’a iman etmek hem de kâfirlerin gücünü ve hilesini daha büyük görmek… Mala esir olmak, doymaz bir iştahla yaşamak… Uykuya esir, midesine bağlı yaşamak… Randevuları yok saymak, zamanı en ucuz meta gibi kullanmak… Menfaat etrafında bir sıla-ı rahim gözetlemek… Çocukları ve aileyi çevreye, meçhul yönlere bırakmak… Ebeveynin hukukunu çiğnemek… Erteleyici, arkadaş seçmeyen, çevreye özenmeyen bir anlayış sahibi olmak… Önder ve örnek olarak âlimlerin ve zahitlerin dışında isimlere takılıp kalmak… İbadet ihmalkârı olmak… Gözü, kulağı ve eli haramdan korumamak.. Bulduğunu yiyen, haram ve helal ölçülerini işletmeyen bir mideyi doldurmak… Yalandan, gıybetten, iftiradan pay almak… Yalnız, cemaatsiz yaşamak…
Kur’an’a sığınmış, ona yapışmış bir yaşam… Allah’n gücüne ve hikmetine tam teslimiyet… Mal ve mülkü yeteri kadarı ile yettirmek… Uyku ve yemekler gibi tabii ihtiyaçlara boğulmadan yaşamak… Zamanı en değerli nimetlerden birisi olarak kullanmak… Sıla-ı rahimi Allah’ın emirlerinden biri olarak kollayıp gözetmek… Aile hukukunu ve çocukları ihmal etmemek, kadınları Allah’ın emanetleri olarak bilmek… Ebeveyni cennet veya cehennem olarak görmek… Tembellik ve kötü arkadaştan kaçmak… Âlimler, zahitler, salihlerle beraber olmaya çalışmak; onları korumak, onların izini sürmek… Başta namaz olmak üzere ibadetleri ve nafileleri ihmal etmemek… Harama bakmak ve haramla iç içe olmaktan kaçınmak… Yiyecek ve içeceklerde haramdan hatta şüpheden uzak durmak… Yalan, gıybet ve iftiradan arınmak… Sevmeye ve sevmemeye Allah’ın sevdikleri ve sevmedikleri diye kesin bir ölçü getirmek… Cemaat içinde ve çalışan birisi olarak yaşamak…