Allah’ın dini için hizmet etmek, İslam’ı tebliğ etmek, bir insan kurtarmak büyük hedefler ve büyük amellerdir elbette. Bunlar, peygamberlerin güttüğü davalardır; gerekliliği ve herkesin en tabii imanî görevlerinden olduğu tartışılamaz. Fakat Allah Teâlâ’nın mü’minlere emrettiği en önemli görevlerden birinin de ‘ailemizi ateşten korumak’ olduğunu unutamayız. Ailemizin korunması ile diğer insanlara ulaşacak bir din hizmeti arasında, dinimizi yaşamamız açısından bakıldığında elle tutulur bir fark olmadığı pek açıktır. Müezzinin ezanla insanları namaza çağırmasıyla kendi çocuğunu namaza alıştırması, onu namaz ehli yapmaya çalışması, birbirlerini tamamlayan iki görev olmalıdır. Menhiyattan birini gidermek için bir eylem yapan ve yaptığını cihad gören bir Müslüman, evinde Allah’ın haramlarından bir haram işlenmeden bunu yapmalıdır. İnsanlara Allah’a isyanın vahametini anlatırken, evinin vahim durumda olması onun için düşündürücüdür.
Nuh aleyhisselamın bile ailesine etki edemediği, nice evliyanın çocuklarına söz geçiremediği, ashabın istedikleri gibi nesil yetiştiremedikleri gibi iddialar doğru olmasına doğrudur. Uygunluğu tartışılabilecek bölüm ise, Nuh aleyhisselamın gayret ve himmeti kadar himmet gösterip göstermediği belli olmayan birinin, kendi durumu için Nuh aleyhisselamı örnek görmesidir. Nuh aleyhisselamın çocuklarıyla ilişkilerini kendimiz için teselli kaynağı olarak görürken haklı olmamız, onun hızında çalışıyor olmamıza bağlıdır. Nuh aleyhisselam gibi çalışanlar, onun durumunu kendilerine örnek alabilirler.
Üzerimize düşeni yaptıktan sonra, aile bireylerimizin durumu Allah ile onların arasındaki bir meseledir. Yeter ki biz, ‘iyi çalıştığımız’ hakkında kendimiz ölçüp, kendimiz biçmiş olmayalım. Şüphesiz kalpler Allah’ın elindedir. Biz bütün fırsatları değerlendirdikten sonra, dua dahil her yola tevessül ettikten sonra kendimizi masum görebiliriz.
Hizmet çalışmalarından ötürü evi ve evdekileri tamamen ihmal etmek kesinlikle bir hatadır. Evin esiri olmakla, evi uçurmak sonuçları açısından benzer yanlışlardır. İş yoğunluğu, hizmet ihtiyacı, sılayı rahim gerekliliği ve mesuliyetini taşıdığımız aile fertlerimizin kanatlarımız altında olması, bizim oluşturacağımız bir dengede kalmalıdır. İş yoğunluğumuza rağmen camiyi ve cemaati ihmal etmemek ne ise, her şeye rağmen aile fertlerinin ilgimiz ve kontrolümüz dahilinde kalması da o derece önemlidir.
Hizmet ehlini bekleyen en önemli tehlikelerin başında, eşi başta olmak üzere, çocuklarının ve diğer aile fertlerinin onu anlamaması, hatta yaptıklarını anlamsız bulmalarıdır. Bu, kesinlikle bir imtihan çeşididir. Allah’ın dinine hizmet etmeye aday bir mü’min buna hazır olmalıdır. Hizmet erbabına düşen, bu anlayışsızlığı savaşa dönüştürmeden, zamana yayarak ıslah yolunu kullanmasıdır. Sabretmekten ve yumuşak olmaktan başka bir çaresi yoktur. Allah’a tevekkül etmeli ve ona yalvararak, ehlini ıslah etmesini dilemelidir.
Dinine hizmet eden bir mü’min, hizmetten oluşan sıkıntılarını evine taşımamaya gayret etmelidir. Aile için, yabancı insanlara ait dertlerin eve taşınması, hem hizmet adamını hem de hizmet ettiği davasını soğuk hale getirebilir. Bu davranış da bir tür hizmet olarak görülmelidir. Eşin ve çocukların, ‘dünya işi, saf fitne’ olarak görülmesi hatadır. Böyle bir tutum onların dünyevileşmesi, fitneye dönüşmesi anlamına gelmektedir. Onların toplumdan tecrit edilmeleri ile sokağa salınmaları arasındaki şeritte tutulmaları cihadın bir nevi olarak bilinmelidir. Bir Nefeslik Bilgi, Dava Adamlığı Şartları, Görkemli binalar, Dil bilen elemanlar, Büyük kütüphaneler, İri bütçeler, Kalabalık destekçileri
Bunlar veya benzerleri bizim için, hizmet etmenin ve hizmet adamlığının gereklerinden sayılabilir. Gereklilikleri doğru da olabilir. Birinin diğerinden daha önemli veya önemsiz olması ne değiştirir? Kur’an’ımızda en açık ayetlerden biri, Allah Teâlâ’nın dinini kime teslim edeceğini anlatan ayetlerdir. Hiçbir tefsir kitabına gerek bırakmadan anlaşılacak kadar açık ayetler, din davasını yüklenebilecek nitelikleri vurgulamaktadır. (Hacc, 41)
“O kimseler ki, kendilerini yeryüzünde iktidara getirdiğimizde namazı dosdoğru kılarlar, zekâtı verirler, iyiliği emredip kötülükten sakındırırlar.” (Nur, 55)
“Sizden iman edip salih amel işleyenlere Allah şunu vaat etmiştir:
Kendilerinden öncekileri nasıl başkalarının yerine getirdiyse, onları da başkalarının yerine getirerek yeryüzünde egemen kılacak; onlara, kendileri için razı olduğu dinlerini uygulama imkânı verecek; korkularını güvene çevirecektir. Zira onlar hiçbir şeyi ortak koşmadan yalnız bana kulluk ederler.”
Ek bir bilgiye gerek bırakmadan ayetler, dava adamlığı şartlarını sıralamaktadır. Bu şartlar ayetlerden izlendiğinde şunlardır:
1-Dosdoğru bir namaz. 2- Zekât. 3- İyiliği emir ve kötülükten alıkoyma. 4- İman ve salih amel. 5- İmanda samimiyetin gereği olan şirkten uzak kalma.
Bu şartların her biri için ayrıntılara girilebilir. Namazın gerçek hali, zekâtın tatbiki, iyiliği emir ve kötülüğü engelleme fonksiyonu konusunda uzun uzun konuşulabilir. O ayrıntıya girmeden bile bakıldığında, Allah’tan dava adamı olduğu için kimlerin yardım göreceğine açık bir işaret izlenebilmektedir.
Bu şartlar Kur’an’daki diğer işaretlerle beraber toplandığında, dava adına çalışan, dinine hizmet eden insanların en temel vasıfları şunlardır:
* Hizmet insanında Allah sevgisinin üstünde hiçbir sevgi yoktur.
* Zamanın gerektirdiği bütün çeşitleriyle cihada hazırdır; cihadın edebiyatını değil tatbikatını yapar.
* Mü’minlere karşı mütevazı, kâfirlere karşı onurludur.
* Tam anlamıyla sabırlıdır. Akıbetin Allah’ın olduğunu bilir ve O’nun rızası için yapılan işlerde aceleci olmaz. Nübüvvet Eczanesi’nden
“Zalim olsun mazlum olsun kardeşine yardım et.” Zalime nasıl yardım edebiliriz ki? “Zulmeden elini alıkoyarak.” (Müslim, Birr, 16) İnsan da Vakıf Olur
Ebu Hureyre radıyallahu anh’dan rivayet edildiğine göre Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, “Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur” dedi:
“Her kim bir dostuma düşmanlık ederse, ben de ona karşı harp ilan ederim.
Kulum kendisine farz kıldığım şeylerden, -benim katımda daha sevimli herhangi bir şeyle- bana yakınlık kazanamaz. (Farzlardan sonra) Kulum bana nafile ibadetlerle durmadan yaklaşır; nihayet ben onu severim. Kulumu sevince de (âdeta) ben onun işiten kulağı, gören gözü, tutan eli ve yürüyen ayağı olurum. Benden her ne dilerse, onu mutlaka veririm; bana sığınırsa onu korurum.” (Buhari, Rikak, 38)