Allah’a iman ile ilim arasında ya da mü’min insan ile ilim arasında ne denli güçlü bir bağ bulunduğu, tartışılmayacak kadar açık bir hakikattir. Neredeyse ilim imandır, ilim İslam’dır diyebileceğimiz bir düzeyde güçlü bir bağın varlığını söyleyebiliriz. Allah’a ulaşan yollar, cennete açılan kapılar ilimle donanmıştır. Bu nedenle de ilim sahipleri Kur’an düzeyinde övülmüşler, onların Allah’a yakınlıklarının daha güçlü olacağı tekit edilmiştir. Bilhassa Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin hadisi şeriflerinde ilmin ve âlimin yeri, imrenilecek ve taklit için mücadele edilecek seviyelere yükseltilmiştir.
İlme ve âlime verilen bu değer, ilmin cennet yolunda sorunsuz bir hat olmasını gerektirmemektedir. İlmin ve âlimin onca yüksek değerine rağmen, ilim de şeytanın tuzaklarından bir tuzak olabilir. Nitekim olmuştur da… İlmin azma sebeplerinden bir sebep olması kadar da tabii bir sonuç yoktur.
Şeytan insanı tuzağa düşürürken, kullandığı malzemeleri kişilerin durumuna göre kullanmaktadır. Kimilerini namazla, kimilerini de malla iğva edebilmektedir. Allah’ın kitabı Kur’an bile nicelerinin ayak kayağı olmuştur. Kur’an üzerindeki yanlış telakkiler, onu şahsi kanaatlere göre tevil etmek, birer şeytan tuzağı olarak gerçekleşmiştir. Kur’an gibi bir hidayet kaynağının sapıtma nedeni olmasına şaşmayacağımız gibi, ilmin de insanın ayağında bir kayma zemini olarak şeytan tarafından kullanılmasına şaşmamamız gerekmektedir.
İlim, Allah için olduğunda ve Allah’a götürdüğünde ilimdir. Allah’a isyanda kullanılan veya bir yolla şeytanın sistemine alet olan bilgi birikimi için ilim diyemeyiz. Bu ilim diyemediğimiz birikimin coğrafya, matematik ya da tefsir ilmi olması bir şey değiştirmiyor. Adı tefsir de olsa netice önemlidir. Kur’an dili olan Arapça dilini çok iyi biliyor olması Ebu Cehil’i kurtarmadı da, Kur’an dili demek olan tefsir ilmini bilmek kimi kurtarabilir? İlmi ve ilimle meşguliyeti Allah’ın emirlerinden bir emir olarak görmeye mecburuz. Bu mecburiyet herkesin kendi sınırları ile sınırlı olabilir ama bütün iman ehline şamildir. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellemin bize neyi miras bıraktığını herkes kendi düzeyinde bilmeye mecbur hissetmelidir kendini. İhtisas düzeyinde olması gerekenimiz de olabilir, birkaç sayfaya sığabilecek seviyede kalanımız da olabilir; ama hepimizin ilimle mutlaka bir bağı olmalıdır. İmanın gerektirdiği budur.
İlme, ilim adamlığına ve ilimle meşguliyete bakan gözümüzün, görmesi gereken bir hakikat daha vardır. O hakikat de şudur: Mevcut hayat tarzımızdaki ilim merakının ve ilme açılan imkânların, mü’min kimliğimizin ortaya çıkaracağı ilimle ne kadar alakası vardır? Biz ilimle ne kastediyoruz, mevcut ilim idraki bize ne veriyor? Her kitap, her okuma yazma hamlesi ilim midir?
Basit bir sorgulamadan sonra önümüze şöyle bir hakikat çıkacaktır: Şu andaki ilim ve öğrenme dalgalanması, şeytanın tuzaklarından bir tuzak olarak da sonuçlanabilmektedir. Allah’ın dinini öğrenmek için bile dine aykırı davranılabiliyor ve bunda bir sakınca görülmüyorsa biz, ilim adına cehalete dalıyoruz demektir. İlim, yeryüzünde Allah’a isyanı kaldırmadıktan sonra nasıl ilim olur?
Ortaya çıkan ‹diplomalanma furyası’ ve diplomalı adam olma heyecanı’ başta iffetimiz olmak üzere bizi biz yapan pek çok değeri sulandırmaktadır. Din öğrenmek için dine aykırılık mubah görülebilmektedir. Dini dinsizden öğrenmeyi bile normalleştiren anlayış, açık bir soruna işaret etmektedir. Bir kere, rızık endişesine dayanan ilim merakını nasıl ilim olarak adlandırabiliriz?
Neredeyse kasabalara bile açılan üniversiteler ve ilahiyat fakülteleri, bizim hissiyatımızı mı yansıtıyor? Eline kalem defter alan herkesin ilim adamı olması mı sağlanıyor?
Endişeliyiz doğrusu, ilmin de önümüze bir tuzak olarak çıkmasından çok endişeliyiz.
Biz ilim ümmetiyiz ama ilimle vurulacak bir ümmet olamayız.
İlim adına ne veriyor olduğumuzun hesabını yapmadan ne aldığımıza sevinmenin anlamı yoktur.