Mü’min, Kur’an insanıdır. Kur’an ile yol alır. Ona Kur’an şekil verir. Kur’an mü’mine huzurlu yürek sahiplerinden olmanın yöntemini gösterirken İnşirah suresinde, ‘bir işi bitirdiğinde diğerine koyul’ dediği sürece işi bitmez onun. İnşirah, ferahlamak demektir. Mü’minin hayat kılavuzu olan Kur’an’ı ona ferahlamanın yolunu gösterirken işten işe koşmayı göstermektedir. Gündüz geceyi, gece de gündüzü kovaladığı için dünya yaşanılabilir bir yer olmuştur. Gece ile gündüz birbirinin ardından gelir olmasa idi hayat dururdu. Mü’minin iş anlayışı da gündüzlerin geceleri, gecelerin de gündüzleri kovalaması gibidir. Bir işten diğerine devam eder. İbadetten ev işine, evinden vakfına, vakıftan sılayırahime, oradan da mü’min olarak nerede bulunması gerekiyorsa oraya intikal eder. Böylece mü’min, Rabbinin ona gösterdiği huzurlu kalp sistemine bağlanmış olur.
Sürekli iş durumunda olan mü’min, işi için belirli zamanları kullanan mü’mine göre daha aktiftir. İşi çok olan, yoğunluğu fazla olan daha çok iş bitirir. Kesinlikle ‘işi meşgul insanlar bitirirler.’ Yapacağı iş için uygun vakit ve uygun ortam arayanlar, aradıklarını bulamayacaklardır. Güzel bir gün geçirmek için kış ve yaz olmayan, sürekli baharın olduğu bir dünya arayanın beyhude arayışına benzer onun arayışı. Dünya böyle bir yer değildir. Aksine dünya, fırtınalar kasıp kavururken yaşamayı bilenlerin yeri olduğu gibi iş içinde iş görebilenlerin yeridir.
Mü’min işlerin adamıdır. İşlerin adamı olduğu için de Allah’ın ona ihsan ettiği kabiliyetlerini sonuna kadar kullanmaktan üşenmez. Sabırlıdır, sebat ehlidir. Bu açıdan bakıldığında mü’min olmak, bir işi başka işi görememenin engeli yapmaya manidir. İş çokluğu şeklinde bir mazeret makbul değildir. Hayatı bütün çeşitliliği içinde yaşarken kısır bir döngü içinde bir iş ile ömür bitirmek benimsenemez.
Yaptığının en iyisini yapmak bir mü’min seviyesidir. Gelişigüzel iş yapmaz mü’min. Bu mü’min kalitesi, tek işte bitip tükenme ruhsatı da değildir. Hem yaptığının en iyisini yapar hem de iş üstüne iş yapar olmak mü’min düzeyidir. Bu düzeye engel olarak branşlaşmayı da göremeyiz. Branşımız rızkımızı temin etmek için elimizdeki kabiliyetin adıdır. Biz mü’min olarak ‘iş’ dediğimizde rızkımızı temin etmek için yaptığımız işi kastetmeyiz. Daha geniş bir açıdan bakarız buna. Yaşamak sadece fabrikada çalışmak olmayacağı gibi iş de sadece fabrikadaki çalışma değildir. Hayatı bütünü ile kuşatan İslam’a teslim olup Müslüman olan bir insan için iş, ruhunu teslim edene kadar yaptığı ve yapması gereken her iştir.
İş listesini rızık temini için yapılan çalışma ile başlatabiliriz. Mü’min rızkını temin etmeyi bir ibadet olarak görür ve onunla ilgili çalışmasını da ‘biri bitince diğerine yoğunlaşacağı’ işler arasında görür.
Ev idare etmek, erkek veya kadın olarak bir evin Allah Teâlâ tarafından görevlendirilmiş sorumlusu olmak da bir iştir. Bu işi de mü’min ibadet olarak görür hatta buna bazen cihat gözüyle de bakar. Evde iffetini koruması, çocuklarını yetiştirmesi, ebeveynine hizmet etmesi en önemli ve öncelikli işlerinden olur.
Mü’min namaz başta olmak üzere ibadetlerini eda etmeyi de yapmakla mükellef olduğu işlerinden görür. O kadar ki, bu ibadetler başta farz olanları olmak üzere olmazsa onlar hayatın ne anlamı olacak? Şeklinde baktığı işlerindendir. Bu ibadetin cihat olarak anılan bölümü karşısına çıktığında iş yoğunluğu da artmış, kazanç umudu zirveyi bulmuş olur. Mü’min daha da heyecanlı ve verimli olmaya başlar.
Mü’min hayatın içinde bulunurken yokmuş durumunda olmayı benimseyemez. Bir dağa çekilip orada iyi mü’min olma şansı hiçbir mü’min için yoktur. Mü’min yaşadığı toplumun, o toplumu kendi imanına göre yönlendiren insanıdır. Mü’min sosyal insandır. Evi ile sınırlı bir anlayışı olamaz. Akrabaları ile doldurulmuş bir listenin adamı olamaz o. Mü’min ümmetinin insanıdır; ümmeti ile vardır, ümmeti için vardır. Bu nedenle de öğlen vakti bir mü’min kardeşinin cenazesindedir, ikindi vaktinde de bir mü’min kardeşinin düğünündedir. Akşam da mü’min kardeşleri ile buluştuğu derneğinde ya da bir ders veya zikir halkasındadır. Gece evine döndüğünde de eşi ile yatağındadır.
Sürekli aktif olan ve görev bekleyen, verilen göreve vefalı davranan mü’min bu hâliyle, yirmi üç yılda İslam’ı devletleştiren heyecanın çalışanları ile aynı vasıfları taşıyan insandır. Bir cepheden diğerine koşarken ara yerde eşleriyle buluşmayı, çocuklarıyla ilgilenmeyi başaran sahabe neslinin devamı ağıtlarla değil bu anlayışla sağlanabilir. Dünyayı avuçlarının içine sığdıran ama alnı seccadeye adeta yapışmış gibi duran nesil, şu dünyada iş ve işin simgesi olarak kalmışlardır. Mü’min de onların imanını ve iş anlayışını taklit eden insandır. Mazeret üretmek yerine elinden geleni yapmak onun şiarıdır.
Mü’min her zaman ve her yerde hayatın tam ortasında olduğu için işi bitmez, işinin bitmesini hiç istemez bir insandır. İş bitirir ama işi bitmez onun. İş çokluğu onu bıktırmaz. İş için var olduğunu kabul eder. Güneş gibidir mü’min, toprağı da, suyu da ısıtır.
Elimizdeki işlerin bitiverdiğine sevinelim mi diye düşünmeliyiz. Neye sevineceğiz acaba; mü’min olduğumuz hâlde bu kördüğüm olmuş işler arasında işimizin bittiğine mi sevinelim? Böyle bir sevinme ağlamak değil midir?