Allah’ın kulları için razı olup gönderdiği dini İslam, ancak cemaatle yaşanabilir bir dindir. Kur’an ve hadisler bir arada olmayı, İslam çatısı altında toplu bulunmayı emreden, bu emre uyulmaması halinde akıbetin kötülüğünü bildiren bilgilerle doludur. Bazı ibadetlerin ancak cemaatle eda edilebileceği zaten bilinmektedir. O ibadetlerin yapıldığı cemaate katılmak da yerine göre farz veya sünnet olarak önümüze konmuştur.
Müslümanların eda ettikleri ferdi ibadetlerin daha ötesinde İslam’ın büyük bir hedefi de vardır. İslam, yeryüzünü kuşatmayı, ulaşılmamış bir tek insan bırakmamayı hedeflemektedir. Ulaşılmamış tek bir insan bırakmamak, yeryüzünü kuşatmak Müslümanların elleriyle ve emekleriyle olacağına göre, herhangi bir çağda İslam’la şereflenen Müslüman bir nesil, ferdi ibadetlerini eda edip bir kenara çekilme ve cennete davet edileceği randevu zamanını bekleme hakkına sahip değildir. Müslümanların tek tek yeryüzünü kuşatmayı bir yük olarak kaldıramayacakları da belli olduğuna göre, İslam’ın söz konusu büyük hedefine ulaşmasının tek çatı altında olan Müslüman nesillere kilitlendiği anlaşılmaktadır.
Asırlardan beri -ayrı ayrı menfaat cephelerinden oluşmalarına rağmen- İslam’ı kendilerine düşman gören bütün şer güçlerinin İslam’a karşı birleşik hareket ettiği bir dünyada, Müslümanların birleşik cepheye ferdi cevaplar vermeleri makul değildir. Biz dinimizi insanî kimliğimizle yaşamaya çalışıyoruz. İslam’la şereflenen bir insan beşerî kimliğini terk edip melekleşeceği bir sürece girmemektedir. Bir insanın bünyesi hangi insanî meziyetleri, zafiyet ve yapıyı bulunduruyorsa onlarla beraber bir Müslümanlık yaşamaktadır.
Meleklerde bulunmayan zafiyetlere rağmen meleklerle yarışacak düzeyde yüksek bir kulluk becerebilme mücadelesi vermektedir. Ondan istenen de budur. Bu da pek kolay bir mücadele değildir. Dünya şartlarında cennet kurmak gibi bir zorluk başarılmaya çalışılmaktadır.
İslam’la şereflenmiş ve onu yaşayarak geçirdiğimiz yıllar ne kadar uzarsa uzasın aceleciliğimiz, sabırsızlığımız, mala ve makama düşkünlüğümüz, aile ve kabile bağını önde tutma meylimiz bizimle beraber bünyemizde yaşamaktadır. Allah’ın korudukları müstesna herkes, içindeki zafiyetlerin etkisi altında dinini yaşamaktadır. Farklı ortamların, farklı mizaçların, farklı istek sahiplerinin bir araya gelmiş şekli olan cemaati bir araya getiren İslam’dır. Ancak İslam bu cemaate, ‘camiye girerken ayakkabılarını çıkar da gir’ dediği gibi ‘huyunu suyunu terk et gel’ dememiştir. ‘Bırak gel!’ denmeyecek yerde ‘düzelt veya düzeltmeye çalış!’ şeklinde öğüt vermiştir. Örtülüp, kapatılmış mizaçlar ve susturulmuş ihtiyaçlarla dolu insanlardan oluşan birlikteliğe cemaat denmektedir. Her şeye rağmen Allah, yeryüzünde dinini yaşama ve yayma görevini omuzlarımıza yüklemiştir. Bu görev de fertlerin değil, fertlerden oluşan cemaatin görevidir. Makul olan budur. Allah bu asırdaki veya filan asırdaki görev için, o asırda yaşayan Müslümanları seçmiştir. Filan çağda Müslüman olmak budur.
İslam, dağ başı dini değildir. Müslüman bir köşe başında çivili değildir. Allah’ın bize uygun gördüğü Müslümanlık; cemaat Müslümanlığıdır. İslam cemaat dinidir. Cemaat olmanın beraberinde bir kısım zorluklar getirdiği bir gerçektir. Ashabı kiramdan itibaren Müslümanlar, bir arada olmanın hem mübarek sonuçlarını yaşamışlar hem de o bereketi elde etmek için gerektiğinde ağır bedeller ödemişlerdir.
Bizim, ümmetimizin geçmiş birikiminden istifade edip yaşadığımız veya yaşayabileceğimiz sıkıntıları bereketli salih amellere dönüştürmenin yollarını aramamız gerekiyor. Onların ortaya koymayı başardıkları iyi örnekler, fedakârlıklar bizim için daha yararlı örneklerdir. İslam kardeşliğine ait sergiledikleri tavırlar, İslam çatısını kendi evlerini kaplayan çatıdan daha mühim tutmalarına ait muhteşem örnekler göz yaşartıcı ve müessir örnekler olarak önümüzdedir. İslam’ı kendi kurduğu ortamda veya yabancı ortamlarda yaşarken, ciğerlerin soluduğu havanın etkisi ile bünyelerin gösterdiği arızaların tedavi edilmesi kaçınılmazdır.
Cemaat olmak, aynı camide bir imamın arkasında namaz kılmaktan ibaret değildir. En geniş içeriğiyle, cemaat mefhumunun zedelendiği zamanlar, Müslümanların ayakta kalma veya eriyip gitme tehlikesi yaşadıkları dönemler olmuştur. Bilhassa, Hilafet makamının, bir Ebu Bekir ve Ömer dönemlerindeki anlamını hissettiremediği zamanlar İslam adına adeta zor veya yitik zamanlardır. İnsan, -Müslümanlığında dahi- sorunlar yumağıdır. Her insan şöyle veya böyle bir dert küpüdür. Müslümanların bir arada bulunmalarıyla meydana gelen cemaat, bu insanî meselelerin bertaraf edildiği veya edilebileceği bir zemin değildir. Cemaat, o meselelere rağmen iyi bir kulluk mücadelesinin yapıldığı zemindir. Beşeri yapımıza yenilmeden beraberce İslam’ı yaşama gayretinin adı cemaattir.
Abdesti bozan nesneleri iç organlarımızda taşıdığımız halde, abdestli olarak namaza durmamızın bizden istenmesi gibi bir hakikattir bu. Abdestimizi bozacak kan damarlarımızda dolaşmakta olduğu halde abdest alıyor ve namaza duruyoruz. Eğer abdestimiz o kan sebebiyle bozulursa onun için fıkıhtan bir çare arıyoruz. Ashabı kiram örneği tahlil edildiğinde çok net bir şekilde şu gerçek anlaşılacaktır:
Fıtrî olarak adlandırılabilecek, mal sevgisi, liderlik hırsı, şöhret düşkünlüğü, şehvet esareti gibi başlıklar, ihtilalle, nasihatle tamamen silinebilir şeyler değildir. Resûlullah sallallahu aleyhi ve sellem efendimizin özel eğitimine muhatap olmuş bir neslin bile, gerek onun sağlığında ve gerekse ondan sonraki dönemde, hassas bir imtihan konusu olarak bünyede bulunan söz konusu bu zafiyetlerle defalarca karşılaştığına şahit oluyoruz. Sadece Kur’an’da, bu zafiyetlerin müessiri olduğu olayların tahlil edilmesi bile yeterli olacaktır. Tarihin izleri üzerinde yapılacak derin bir araştırmanın önümüze koyacak önemli derslerini yok sayamayız. İnsanın meseleler yumağı olması onun mükerremliğini veya Müslümanın İslam’la elde ettiği şerefi zedelemez. Korunması gereken ince çizginin adı da budur: Bütün bunlara rağmen, bir arada, cemaat halinde dinimizi yaşamak zorundayız. Meleklerden cemaat olmaları, saf saf imamın arkasında dizilmeleri beklenmiyor. Bu ancak insandan beklenebilir. Bu yapımızla ve bu şartlarda bir araya gelip İslam’ı yaşayacak ve Rabbimizin imtihanını kazanmış olacağız. Durduğu yerde kimsenin iç yapısı, karakteri tayin edilemez. Soğuğu ve sıcağı, acıyı ve tatlıyı, zoru ve kolayı görenin reflekslerinden tam bir karakter tahlili yapılabilmektedir. Camide ibadet halinde olanlarda mükemmel bir İslam tablosu görebiliriz. Aynı grubun, faizin kapıyı çaldığında ne yapacağı önemlidir.
Cihadın vakıa olarak karşılarına dikildiğindeki teslimiyetleri imtihanın sonucunu göstermektedir. İyi Müslümanlık, bir medresede Şeriat eğitimi görmek ve âlim vasfına haiz olmaktan ibaret sayılamaz. Bu vasıflara haiz olduktan sonra, evlenip kurduğu yuvada, öğrendiği Şeriat’ı nasıl tatbik edeceği kişinin iyi Müslümanlığını gösterecektir. Vaaz dinlerken Allah korkusundan gözyaşı akıtanın, haramla burun buruna geldiğinde Allah korkusunu ne kadar hatırlayacağı kesinlikle daha önemlidir. Cemaatte bulunmak da bu dairede görülmelidir. Sadece infak ederken, iyilik payesini almak inandırıcı olmaz. İnfakın ardından izlenen siyaset, infak kadar önemlidir. Yönetim kurulunda üye olmak, yönetimin imza attığı işlerin paydaşı olmayı, insanî şartlarda sağlayabilir; kesin olan Allah’ın melekleri ne yazdıysa odur. Güzel bir Müslümanlık için namazın fıkhını öğrenmek zorunda olduğumuz gibi, İslamî hayatımız için zorunlu olan cemaate ait fıkhı da öğrenmek durumundayız. Buna cihad fıkhı denebileceği gibi, çalışma fıkhı da denebilir. Adı ne olursa olsun, Allah rızası için bir araya gelip, hizmet adı ile bir şeyler yapmaya gayret edenlerin kesinlikle, şeytanın ilgi alanından uzak kaldıklarını düşünmemeleri gerekir. Baştaki samimi hava devamlılık teminatıyla beraber değildir. Geçmişten ders almayanların, geçmişte kalan acıları tatmaları mukadderdir.
Allah için bir araya gelip salih ameller yapmak isteyen, bu uğurda birikimlerini, vakitlerini ve mallarını feda edenlerin, güzel niyetlerle başladıkları çalışmalarında küçük zannedilen hatalara ve sıkıntılara büyük davalarını kurban etmesinler. Bizim, Allah için yapmamız gereken şeylerin başında, bir arada olmamız, tek bir ümmet görüntüsü vermemizdir. Bir mahalledeki Müslümanların toplanıp, Cuma namazını kılacakları bir cami yapmalarından daha önemlisi, Cuma mantığıyla bir arada, tek kelimeli insanlar olarak baş başa kalmayı becerebilmeleridir. Şeytanın, onlar üzerinde, Cumayı ihmal ettirme emeli, dağınık kalmaları emelinden daha büyük değildir. Müslümanların büyük çaplı nice yatırımları, insanî birikimleri; kişisel ihtiraslara, usul yordam bilgisizliğine, düzeltilebilir olduğu halde, ilgilenilmediği için beraberliği yakan kıvılcımlara heba edilmiştir. Mal israf ederken, israf titizliği gösterenlerin, en mükerrem varlık olan insanı israf etmeye, mü’minlerin emellerini eritmeye hakları olmadığını bilmeleri gerekmez mi?
Allah rızası eksenli hizmetler için, görkemli yapılar oluşturmak, lüks toplantılar yapmak yeterli olmuyor. Hizmetlerde ihlâs, kalıcılık ve tesir kesinlikle aranmalıdır. Allah’ın rızasını kazanmakla kendi kendimizi tatmin etmemiz aynı şeyler değildir. Elde ve amel defterlerinde nelerin bulunduğu çok önemli bir sorudur.