Kalplerimizdeki Hançer: Liberalizm

İnsanın tabii haklarından ve ihtiyaçlarından biri olan hürriyeti putlaştıran anlayış olarak liberalizm içimize bir hançer gibi saplanmıştır. Allah’ın nazarında bir hiç olan bizim nazarımızda da ahirete gidiş için gerekli bir güzergâhtan başka anlam ifade etmeyen dünyayı ve dünyalığı putlaştıran bu anlayış, her gün biraz daha kök salmakta ve bizi, akidemizi kemirmektedir.

‘Ne istiyorsam onu yaparım’ şeklinde özetlenebilecek liberal anlayış, devleti bile bir kenara itmekte ve hizmetçi ya da muhafız durumuna getirmektedir. Nefislerin de hoşlanacağı bu düşüncenin bir anda yayılmasında elbette şaşılacak bir şey yoktur. Herkes kendi başına bir devlettir âdeta. Ferdiyetçilik abartılmış, İslam’ın ruhu olan cemaat idraki aşağılara çekilmiştir.

Akılcılık öne çıkmış, iman sahibi insanlar bile âyet ve hadislere karşı cüretkârane bir dille ‘bana göre’ diyerek karşılık verebilmişlerdir. Önceleri Ümmet’in büyüklerine Ebu Hanifelere karşı ayaklanan liberal kafa, işi sonunda hadislere ve âyetlere uzatmaya götürebilmiştir. Buna rağmen Ramazan’da herkes takva, hacca gidip geçmişi paklamak herkesin hakkı!

Liberalizmin içimize sızmasını siyonizme yıkmanın bir kurtarıcılığı yoktur. Evet, başı çeken güruh onlardır. Onlar pek çok fitne gibi bunun da başıdırlar. Fakat bizim de bid’atlerde sakınca görmeyen anlayışımızın bedelini kabullenmemiz gerekiyor. İbadeti ve kulluğu kalplere gömüp, siyaseti ve ticareti dinin dışında gören anlayışa karşı sessizliğimizin akıbetini başkalarına yüklememiz doğru mudur?

Emri bilmaruf ve nehyi anilmünkeri hocaların vazifesi olarak gören tutumumuzun hiç mi kötü sonucu yoktur. Ümmet’i bugünlere taşıyan mücahit ve muttaki kadroların dillere dolanmasına sessiz kalınışın da mı sonuçlarını üstlenmeyeceğiz? Zahidlerin ve âbidlerin yerine yöresel şahsiyetlerin örnekler olarak yerleşmesi de mi suçumuz değil?

Eğer bugün, şu sistem de İslam’a uygun olabilir diyebiliyorsak, Allah’tan başkasının kullarına hükmetmesini, bizim grubumuzun, cemaatimizin yüksek menfaatleri gereği önemsiz bir iş olarak görebiliyorsak sonuç normaldir.

İşte içimize sızan liberalizm ve onun yavruları olan bencillik, ben eksenli hayat anlayışı, putlaşan dünya nimetleri, doyumsuz zevklerimizi ilahlaştırışımız. İşte liberalizm; demokrasinin yavrusu, Avrupa standartlarının gereği!

Kış ortasında buzlar neden 

eridi?

*Mü’min, kavgacı, geçimsiz bir insan değildir. Bilakis hayırlı mü’min, geçinen ve geçinilebilen insandır.

*Mü’min, gelenin şamar oğlanı da değildir. Hakkını arayan, hakkı ayakta tutan insandır.

Mü’min, Allah’ın dostlarını dost, düşmanlarını da düşman bilir. Onlar Allah’a düşmanlık yaptıkları sürece onlarla muhabbet gösterisi içinde olmaz. Çünkü hem Allah’tan yana olmak hem de O’nun düşmanlarına el uzatmak aklın kabul edeceği bir tavır olmaz. Bu olsa olsa münafıklık hastalığı olur.

*Bu nedenle mü’minler Peygamber aleyhisselam zamanından beri iki bloklu bir dünyada yaşadılar: mü’minler ve mü’min olmayanlar. Bu bloklaşmanın fıkhı da oluştu. Kur’an ve hadisler böyle bir tarz belirledi mü’minlere.

*Yaşadığımız zamanda mü’minlerle mü’min olmayanlar arasında bir farkın olmaması için ısrarla uğraşanlar neyin peşinde olabilirler? Hâlbuki kış şartları yani küfür tarafının İslam düşmanlığı aynıdır; ne kalktı ne de azaldı!

*Kılık kıyafetten yemeye içmeye, konuşmadan örfe kadar her şeyde iman farkı olması gerekirken bu fark gitgide erimektedir. Bu erime, mü’min olmayanların mü’minlere yaklaşması şeklinde olsaydı sorun olmayacaktı. Onlar hiçbir yaklaşma göstermedikleri hâlde mesafe erimektedir. Endişe verici olan da budur.

*Zevklerde ve günlük yaşantıda bir benzeşme caiz olmasa da bunun aklen izah edilebilir yönü vardır ama akidede benzeşmenin ya da akidedeki farkların eritilmesinin ne aklen ne de dinen izah edilebilir bir yönü yoktur.

Mü’min Seviyesi

İmanla şereflenen bir insan dünyada doğar, dünyada yaşar ama ahirette ebedî bir hayat için mücadele eder. İman nimeti ile şereflenmeyen biri ise dünyada doğar, orada yaşar ve orada kalacak olan umutlar ve hayallerle yaşayıp ölür. Ebedîlik düzeyinde bir hayali yoktur onun.

Mü’min ile mü’min olmayan arasında bu açıdan bakıldığında ebedîlik ile fânilik kadar fark olması pek tabiidir. İki farklı gözün gördüğü, iki farklı kalbin kavradığı kesinlikle aynı değildir. Dünyayı istasyon gibi görmekle ebedî karargâh gibi görmek arasında muhakkak fark olacaktır.

İncelendiğinde mü’min insanın tefekküründe, mü’min olmayanın tefekküründe görülmeyecek ayrıntılar izlenebilir. Birinde sırf kendisi ve kendisi etrafında dönüp duran kısır görüşler vardır. Onun planları uzun vadeli olmayan, madde etrafında yoğunlaşan, bağlantılı olduğu akrabası ve benzeri yakınları ile daralmış, sınırlı planlardır. İnsanlık kadar geniş değildir. Melekleri ve cinleri de kuşatamaz onun beyni. 

Mü’min ise çok farklıdır. Mü’minin kapasitesi, değil insan nevinin tümünü kuşatmak, meleklerin ve cinlerin hatta bütün hayvanatın yer bulabildiği bir kapasitedir. Ahirete yönelik çalıştığı için dünyevi süreçte olup bitenleri nihai kazançlar veya zararlar olarak görmez. Fâni dünyanın fâni kârları veya zararları diye baktığı olaylara takılıp kalmaz. Ufku geniş, göğsü geniş biridir o. Sofrasında doyanlarla o, bir kere daha doyar. Onun yemeği yenmekle azalmaz gözünde. Dertlilerin derdi onun derdini abartmaz. 

Mü’min Âdem’in çocuğudur; beşer standartlarında yaratılmıştır ama yüksekleri hedeflediği için, ebedîliğin peşinde koştuğu için kısır döngüye dönüşen sorunlara takılıp kalmaz. O kadar ki rızık bile onun takılıp kaldığı bir sıkıntı değildir. Elinde avucunda varken de böyledir o, eli sıfırken de böyledir.

Site Footer