Nasreddin Hoca’ya izafe edilen bir fıkra üzerinden hareketle dünümüz ve bugünümüze dair muhasebe yapabiliriz.
Hocaya köylüleri ‘her akşam bir ay görüyoruz gökyüzünde. Bu eski ayları ne yapıyorlar?’ diye sormuşlar. O da uzay ilmi bilmez, dünyanın döndüğünden, derin cevaplardan anlamaz bu insanlara onları susturacak ama başka anlamları çağrıştıracak bir cevap vermiş ve demiş ki: ‘Eski ayları kırpıp kırpıp yıldız yapıyorlar.’
Yarın Rabbimizin huzuruna varacağımızdan ve nefes nefes bu hayatın hesabını vereceğimizden asla tereddüdümüz yoktur. Elhamdülillah mü’miniz. Dünyada kulluğun gereklerine, ahirette de hesaba iman ediyoruz. Bu imanımızın gereği olarak düşünmemiz gereken bir nokta vardır: Bizim mü’min kimliğimizle konuştuğumuz sözlerimiz, vaatlerimiz, iddialarımız ne olacak veya ne olmalı idi de ne oldu? Eskilerin deyimiyle ‘mangalda kül bırakmadan’ konuştuğumuz sözler ne oldu?
Haccettiğimizde veya umrede duamıza kattığımız sözlerimiz, melekleri şahit tutarak verdiğimiz sözler ne olacak? Kimini tevbe ederken kullandık kimini iddia ettik ama neticede mü’min kimliğimiz ve iman etmiş anlayışımızla sözler sarf ettik. O sözler şimdi ne oldu, onları kırpıp kırpıp yıldız mı yaptı melekler? Ağzımızdan çıkanlar, elimizin yazdıkları yani amellerimiz; hesabını vereceğimiz işlerimiz olarak ne durumdadır diye merak etmesi gereken bizleriz.
Ömrümüzün geçen bölümünü muhasebe etmeden geleceğini de takdir edemeyiz. Vaatlerimiz ne durumdadır diye muhasebe zorunludur. İnsanlara verdiğimiz sözler, dualarımızda Allah’a verdiğimiz sözler, Kâbe’yi ilk gördüğümüz andaki büyük sözlerimiz bizim muhasebe konumuzdur. Hatta temennilerimiz bile bize aittir. Dünkü temennilerimiz bugünkü hayat pratiğimizde yer bulmuyorsa ya o temenniler ya da bugünkü yaşantımız sorunludur. Cennet temennimiz ve o temennimizle bağlantılı işlerimiz, konuşurken kolay konuştuğumuz cennet hurileri, Havz-ı Kevser temennileri o anda bizi yansıtıyordu şüphesiz. İmanımızı, hissiyatımızı ve beklentilerimizi yansıtıyordu. Allah’ın rahmetine yönelik dualarımız, isteklerimiz ve beklentilerimiz mü’min insan olarak ortaya koyduğumuz tavırlar niteliğinde idi. Şu kadar yıldan beri birikmiş cennet, rahmet, huri gibi sözcükler bizim unuttuğumuz sözler olabilir ama meleklerin kayıtlarında duruyorlar. Mekke’de veya evimizde kimliğimizin gereği olarak konuştuklarımız, hissettiklerimiz, verdiklerimiz veya aldıklarımızdan oluşan o birikim şimdi ne oldu? Bütün o büyük birikim bir kırpıntı bohçasına dönüşmüş ise biz hüsrandayız demektir. Dünkü koca aylar bugün uzaklarda parıldar gibi duran yıldızlar şeklini alırsa yani kendi birikimimizi kırpıntıya dönüştürürsek henüz hesap yerine gitmeden zarar ilan etme durumuna düşeriz.
Evlenirken eşler olarak birbirimize ayın on dördü gibi vaat ettiğimiz güzellikler, yıllar sonra unutulacak şeyler mi idi yoksa biz o vaatlerimizi kırpıp mini yıldızlara dönüştürmekte sakınca mı görmedik?
Çocuklarımıza, arkadaşlarımıza, dostlarımıza, sıla-i rahim bağı ile bağlı olduklarımıza vaatlerimiz bugün, suni tebessümlere ve bayramlaşmalardaki kalıp ifadelere dönüşmüş olmamalıdır. Sözün ve gözün hesabına iman eden mü’min farkı kaybolduktan sonra hayat bizi de batılın çarkları arasında dilimlemiş demektir.
Mü’min insan olarak bizim ağzımızdaki bir ‘evet’ sözü farklıdır. O evet sözünü başımızın üzerindeki dolunay gibi tutmak kimliğimizin gereğidir. Onu parçalayamayız. Bir, iki, üç derken parçaladığımız ve başka bir nesneye dönüştürdüğümüz sözlerimiz kırpıntıya dönüşmüş kimliğimiz olarak kalacaktır. Biz unutuyoruz ama melekler unutmuyor. Biz yaşlanıyoruz, melekler yaşlanmıyor. Biz esnetiyoruz, melekler esnetmiyor. Biz yok kabul edebiliyoruz, melekler hiçbir şeyi yok kabul etmiyor. Ve biz onlarla beraberiz. O, asırlar geçtikten sonra bile bir ‘evet’ sözcüğünü dipdiri tutan, hesap yerine getiren, defterleri arasında önümüze koyan melekler bizimle beraberdir. İmanımız böyledir, kimliğimiz bunun gereği olarak oluşmuştur.
İşlemiş olduğumuz günahlardan istiğfarı düşündüğümüz kadar kırpıntıya dönüştürdüğümüz ve mü’min kimliğimizi zedeleyen sözlerimiz, vaatlerimiz ve hatta temennilerimiz için de bir geri dönüştürme, ıslah edip yenileme düşünmeliyiz.
Rabbimize dua ile, temenni ile, tevbe ile verdiğimiz sözlerimizi unutamayız.
İnsanlara verdiğimiz sözlerimizi yok kabul edemeyiz.
Kendimize verdiğimiz sözleri de ezemeyiz. Kendi kendini ezen biri olmayı nasıl kabul edebiliriz? Sadece örnek olması için söylenirken bile sıkıcı bir ifade olarak, dün cennet ve hurileri gündemi olarak canlı tutanın bugün aylar geçse de o başlıkta bir gündem oluşturmaması üzücü değil midir? Ne yaptık o hayalleri, o güzel temennileri, cennetleri ve cennetlere götüren İslam devleti, dindar hayat sözlerini? Ne yaptık onları, bari kırpıntılarını arasak onların, değil mi?