İş yoğunluğumuzu beyan etmek için kullanacağımız bir ifade olarak, ‘dünya kadar işimiz var’ deyimi bizi yansıtamayacak kadar basit kalır. Bizim ‘dünya kadar işimiz var’ dememiz, mü’min kimliğimizi yansıtmaz. Dünyayı, bir ağacın altında gölgelenip gidecek düzeyde gören kimse için, işinin ‘dünya kadar olması’ elbette küçültülmüş bir benzetme olacaktır. Eğer bu benzetme üzerinden bir tarif yapacaksak bizim işimiz ancak ‘dünya ve ahiret kadar çok’ şeklinde ifade edilebilir. Ahireti istiyor, ahiret için yaşıyorken işle meşguliyetimiz sadece dünya kadar nasıl olur?
İşimiz çok, iş alanımız büyük, işteki gayemiz muhteşemdir. Mü’miniz. Mü’min, dünyayı imar etmek, ahireti kazanmak için vardır. İşi çok vakti az insandır mü’min. ‘Bir işi bitirince diğerine başlamak’ ile mükelleftir mü’min. Yorgunluğunu gidermek için çalışan insan, Kur’an’ımızın yönlendirdiği insandır. Bu nedenle de yapması gereken her işi kendi işi olarak gören insan, mü’min şuuru ve kıvamı ile iş gören insandır.
İnsanın işinde ibadet üzere olması da bu şekilde ortaya çıkar. Tarlada çalışmayı, spor yapmayı, gezmeyi, ziyaretleşmeyi, dinlenip uyumayı, aile içi faaliyetleri iş olarak görmek böyle oluşur. Bir tür camileştirilmiş bir dünyada yaşar mü’min; camide namaz kılar, tarlasında da camideki ibadete takat getirecek gerekli rızkını elde eder. Sporu bile camideki ibadeti için gerekli gören mantıkla yapar. Bunun için de mü’min, boş olduğu için gezen insan değildir; gezmeyi de işi hâline getirdiği için gezen insandır. Böylece onun gezmesi de işe yarar, iş görür.
Hayata bu gözle bakan için ne çok iş vardır… Yapılacak her iş de muhakkak gereklidir ve yararlıdır.
Boş iş yoktur. İşsiz kalmak yoktur. Vakit azdır, iş çoktur.
Mü’min meşgul insandır. Camide namazında olduğu için meşguldür. Karanlık odasında teheccüdünde olduğu için, Rabbini tesbih ettiği için meşguldür. Atölyesinde veya bahçesinde çalıştığı için meşguldür. Bebeği ile oyalandığı ya da çocukları ile bir parkta saklambaç oynadığı için meşguldür. Veya yere çömelip torunlarını sırtına bindirmiş bir şekilde onlarla devecilik oynadığı, onları oyalayıp eğlendirdiği için meşguldür. Kırk yıllık eşi ile yeni evliler gibi şen dakikalar geçirmek üzere oturup bir muhabbet çayı içtiği için o esnada meşguldür. Ümmetinin dertlerine gücü ve becerisi oranında çözümler üretebileceği bir toplantıda bulunduğu için o esnada meşguldür. Oturup bir kitap okumaya çalıştığı, o kitaptan notlar tutmak için eline kalem aldığı için meşguldür. Başka bir mekândaki kardeşini ziyaret edip gönlünü almak, hasta bir mü’mini ziyaret edip dua etmek, akrabasından birine sılayırahim yapmak, iki dargını barıştırmak, ilmî bir faaliyete katılmak için yola çıktığında ya da otobüs durağında otobüs beklerken, vasıtayla yol alırken mü’min pek meşguldür.
Rabbi ona, sabrı ve sebatı kader olarak yazdığını anlayınca sabrederken, şeytan ayağını kaydırmak için hileler oluşturduğunda sebat ederken, fitnelerin yayıldığı ortamda imanını korurken mü’min meşguldür, iş üzeredir.
Mü’min dolu dolu insandır. Camide, işte, evde, yürüdüğü caddede, tatil yaptığı kasabada, kardeşleri ile çay içtiği bir muhabbet ortamında, Allah dediği ve Allah diyeni dinlediği bir yerde dolu dolu iş üzerindedir mü’min. Meşguldür, meşguliyeti de ciddidir. İkinci dereceden değildir hiçbir işi. Mihrabı, minberi, safları ile camisi onun gözünde birinci dereceden önemli olduğu gibi, oturma odası, mutfağı, banyosu, yatak odası ile evi de birinci dereceden önemlidir onun gözünde. Yürüdüğü caddeler halı döşenmiş olmasa da, çalıştığı iş yeri kirli paslı bile olsa onun nazarında birinci dereceden önemlidir.
Mü’min, meşgul insandır. Rabbi ile meşguldür. Zihni, eli, ayağı, dili, gözü, kulağı, alakası, himmeti, sabrı, sebatı, tebessümü, ağlaması, alması vermesi, yürümesi oturması Rabbi ile meşguldür. Meşguliyeti ile umutludur o. İman, böyle bir büyük çatıdır mü’min için; bütün işlerini ve meşguliyetlerini gölgesi altında tutar. Yeter ki mü’min, meşgul olduğunu bilsin. Çay içerken bile meşgul olduğunu bilsin yeter…