Sıkıntılarımız ve şikâyetlerimiz ne denli kalabalık olursa olsun, içinde yüzdüğümüz nimetleri saymakta bile aciz kalırız. Dert saymayı bir hastalık durumuna getirmiş olmamız hakikati örtemez. İnsanız, kuluz; elbette sıkıntılarımız olacak. Elbette terleyecek, yorulup gerileceğiz. İnsan olmamızın başka ne anlamı olabilirdi ki? Bulunduğumuz yer de nihayetinde dünyadır. Cennette değiliz. Dertsizlik diyarında gibi hissedemeyiz kendimizi. Dünyayı cennet zannedenlerle dünyadan cennete gitmek için gayret edenlerin farkı bu anlayışta saklıdır. Hayatı bütün sıkıntılarına rağmen yaşanılabilir bir imtihan süreci olarak görebilmektir bu. Biberi bile lezzetle yiyebilen anlayış olarak görebiliriz bunu.
Her şeye rağmen nimetler içinde yüzüyoruz.
Mü’min olmakla şereflendirilmiş olmamız en büyük nimettir. İnsan olarak yaratıldıktan sonra iman şerefi ile taçlanmış bir insan olarak yaşamak ne büyük bir lütuftur. Bu lütfu sıradan bir nimet olarak görmemiz bile nimeti tahkir olur. İman ehli olmak ve iman gereği olarak da ibadet yapabilmek tek başına en büyük nimet olmaya yeterlidir. Saymaya başlarken ilk olarak bunu saymamız şarttır.
İkinci büyük nimet de elimizdeki zaman fırsatıdır. Hâlâ nefes alabiliyor olmak, bin bir hata içinde olsak bile dönüş yolunun bize kapanmamış olması başlı başına bir nimettir. Değil günler, dakikalar bile bu açıdan bir ömür kadar değerli fırsatlardır. Elimizde yaşayabileceğimiz dakikaların bulunmasını bu gözle incelediğimiz zaman, Rabbimizin bize ne büyük nimetler ihsan buyurduğunu daha iyi takdir edebiliriz.
Sıhhatimiz, aile efradımız, çevremiz, yiyecek içeceklerimiz her biri bir başka nimet olarak önümüzdedir. Elimize değen her şey kendi başına bir nimettir. O kadar ki, mü’min insan gözüyle bakabilenler için bizi inleten hastalıklar bile bir nimettir. Eğer hastalık bizim günahlarımızın dökülmesine, kalbimizin daha hassas olmasına, merhametimizin gelişmesine sebep olabiliyorsa o da bizim için nimete dönüşebilecek bir fırsat demektir. Bir çift söz edebileceğimiz dostlarımızdan, hayatımızı paylaştığımız eşlerimize kadar pek çok insanı Allah Teâlâ, bizi mutlu etmek için çevremize adeta yığmıştır. Bizi de onların etrafına yerleştirmiş ve birbirimizle kardeş yapmıştır. Çevremizde açan çiçeklerden önce doğup büyüyen çocuklarımıza, yeğenlerimize, torunlarımıza mutluluk kaynaklarımız olarak bakabilmek insanlık değil midir? İman bunu gerektirmez mi?
Asıl yurdumuzun ahiret yurdu olduğunda şüphemiz mi var?
Ahirete intikal mahallimizi ahiret gibi bulacak değildik ya! Nihayetinde burası dünya denen yerdir. Meşakkatlerden rahmetler çıkarmak için kurulmuş bir yerdir burası. Fanidir, faniliğinin gereği olarak da dert membaıdır.
Bir gün hesabı sorulacak nimetlerdir elimizdekiler. Biz elimizdeki nimetleri takdir etmiş olalım veya olmayalım onları bize ihsan eden hesabını soracaktır. Nimetlerin tek tek hesabının sorulacağı yer ve zaman uzağımızda değildir. Bugün kıymetini bilmekte yetersiz kaldığımız nimetler o gün endişe nedenimiz olabilir. Eşlerimiz, aile hayatımız bir nimet olarak sorulacaktır. Çocuklarımız nimet çiçekleri olarak bizden sorulurlar. Dostlarımız, mü’min kardeşlerimiz istisnasız sorulur. Yediğimiz ekmek kadar, içtiğimiz su kadar kullandığımız sözcükler de nimettir. Tebessümümüz, selamımız, duamız, sadakamız nimet fırsatlarıdır. Her eksik tebessüm, unutulmuş selam, yapılmamış dua, verilememiş sadaka da kaçmış nimet fırsatıdır. Nimetlerin tek tek sorgulandığı yerde bir tebessümün, bir tatlı sözcüğün, bir kardeşlik sahnesinin ne demek olduğu daha iyi anlaşılacaktır.
Nimet zenginiyiz. Nimetler içinde yüzüp duruyoruz.
İnsan olarak mükerrem oluşumuz nimettir. Nefes alan bedenlere sahip olmamız nimettir. İman ehli olmamız nimettir. Muhammed aleyhisselamın ümmetinden yaratılmamız nimettir. Kur’an gibi bir kitaba sahip olmamız nimettir. Çevremizi dolduran insanlar, kardeşlerimiz, arkadaşlarımız, dostlarımız nimettir. Eşlerimiz, çocuklarımız olduğu gibi nimettir. Beraberlerinde sıkıntılar getirseler de bütün nimetler bizim için bir hesap konusudur. Hesabı sorulmayacak bir nimet yoktur. Hesabını vereceğimiz nimetleri de bugünkü durumumuzla değil, hesabını vereceğimiz günün şartları ile takdir etmedikçe imanımızın gereğini yapmış olamayız. O gün kesindir, hesap kesindir.