Rabbimiz, insanı dilediği tarzda yarattı. Fizikî yapısını o şekillendirdi. İç organlarını o yerleştirdi. Beyni ve beyne bağlı gözü, kulağı, dili onun eseridir. İlk insanı da onun son çocuğunu da şekillendiren Rabbimizdir. Buna iman ediyoruz elhamdülillah. Aynı zamanda iman ettiğimiz bir gerçek daha var: Rabbimizin insanı yaratması, şekillendirmesi ve benzeri, insan üzerinde tecelli eden bütün işleri olduğu gibi hikmettir.
Hikmet ile olmayan bir tek noktadan söz edilemez. Sağlıklı diye isimlendirdiğimiz insanla, mesela ‘engelli’ dediğimiz insan aynı hikmet çerçevesi içinde bulunurlar.
İnsan psikolojisi olarak konuşulan değerler de o hikmet alanında kalır. İnsanın tebessümü, sinirlenmesi, tepki göstermesi, keyfini bozmaktan hoşlanmaması, sabırsızlığı veya sabrı, gülmesi-ağlaması, sevmesi-nefret etmesi, aç iken başka bir kimlik sahibi gibi davranması ve bunlara benzer insana ait ne varsa tamamı Rabbimizin dileyerek ve bir hikmete dayandırarak yaptığı işlerindendir. Böyle iman ediyoruz. Böyle iman etmedikçe de imanımızı ‘kâmil bir iman’ kabul edemeyiz. Allah Teâlâ eksik bir iş yapmaz, olduğu gibi hikmet olmayan bir iş yapmaz. İlk insandan son insana kadar bütün insanlar bu kuralın içindedirler.
İnatçı insan, dinlemek istemeyen insan, anlamayan, anlamak istemeyen insan, tembelliği yaşam tarzı edinmiş insan, yaşı büyümüş ama beyni küçük kalmış insan, kalbi olgunlaşmamış insan Allah’ın yarattığı insandır.
Bu insanla gözü nemli insanı, kalbi rikkat ehli insanı, kulağı sese açık, zihni anlamaya yatkın insanı aynı topraklarda yarattı Rabbimiz. İkisine aynı peygamberi gönderdi. İkisine aynı kitabı okuttu. Herkesi aynı cennete çağırdı.
Hikmeti de buradan okundu. Bize göre karmaşık, onun hikmet deryasında ise mükemmel bir plan çıktı ortaya. Rabbimiz temsilcileri olarak gönderdiği peygamberlerinin karşısına rengârenk insanlardan oluşan toplumlar çıkardı.
Dinleyenlerin ve dinlememek isteyenlerin, görebilenlerin ve görmek istemeyenlerin, sağlamlarla engellilerin, önünü görebilenlerle görmek istemeyenlerin beraber bulunduğu kitlelere konuşmalarını emretti. Onlar da kulak seçmeden herkese konuştular. Konuştuklarının anlaşılıp anlaşılmadığının muhasebesini ise Allah’a havale ettiler. Vazifelerini yapmayı kendileri için birinci ve öncelikli tuttular.
Allah’ın selamı onlara olsun, peygamberler karşılarındaki insanlardan seçmediler ama kendileri için en uygun dili, en tatlı lisanı seçtiler. Kelimeleri seçe seçe cümle kurdular. Asıl anlatacakları ile ertelenebilecek konulara dikkat ettiler.
Böylece Allah Teâlâ’nın huzurunda peygamberlerden şikâyet edebilecek mazeretinde haklı bir insan kalmadı yeryüzünde. Yaşayanın yaşadığı ile ölenin öldüğü hak üzere oldu. Onların dil ve metot titizliği sayesinde taşlar yerine oturdu. Allah’ın yaratmadaki hikmeti tecelli etti.
Bugün ve yarın, peygamberlerin davalarını sürdürme görevi ile görevlendirilmiş bulunan bütün mü’min anne ve babalar, muallimler, idareciler, imamlar, müezzinler bu çizgide yürümeye mecburdurlar.
Kullanılan ifadeler, seçilen kelimeler, tercih edilen metotlar, ahiretini perişan etmiş durumdaki insanlara mazeret üretmemelidir. Allah’ın dinini ezip büzmeden, tavize yanaşmadan ama cazip yöntemler kullanarak Allah’a ve dinine davet etmelidirler.
Elbette bunu başarmak kolay değildir. Sabır ister, sebat gerektirir, uzun zamana ihtiyaç olur bunu başarmak için. Önde duran peygamberler acele etmedi. Olumsuz tepkilere karşı gevşeklik göstermedi. Yılmadılar. Allah’ın selamı onların üzerine olsun.
Kitabımız Kur’an onları örnek alalım diye önümüze çıkardı. Babalığın, anneliğin örneği yaptı onları. Hele hocalık ve muallimlik için onların olduğu gibi örnek alınması şarttır. Anne ve baba, peygamberlerin dilini kullanırsa Allah’ın yardımını görür. Hoca da öyledir, muallim de. Yolumuz onların yolu olduğuna göre metodumuz da onların metodu olmalıdır.