Gidişatımızı test etmemiz için asırlar öncesine gidip örnekler üzerinden yol almamıza gerek yoktur. Nûh aleyhisselamın gemisine, İbrahim aleyhisselamın mancınığına, Musa aleyhisselamın Tûr’una bakmaya gerek yoktur. Yusuf aleyhisselamın kuyusuna da dalmamız zorunlu değildir. Allah Teâlâ bunlar ve benzerlerini kitabında önümüze koymuştu zaten. Onları okuyup öğrendikten sonra, bizden beklenenin ne olduğunu anlamış olmalıydık.
Özünde sabır ve sebat bulunan pek çok başarılı kulluk örneklerinin bize sunulması ve bizden onların muadillerinin beklenmesi, anlamamız gereken şeylerdi. Ne var ki kulun, kendisinden önceki uzak örnekleri öğrenmesi, takdir edip hayranlık göstermesi sonuç getirmiyor.
Allah’ın selamı hepsinin üzerine olsun; asırlar boyu sabreden Nûh, sabrı taş çatlatan Eyyüb, sabır abidesi Musa, babasıyla ve kavmiyle mücadele eden İbrahim ve diğerleri çok iyi öğrenilmiş olsalar bile bizim için bizden beklenen sonucun teminatı değildirler. Onların kıldığı namaz, tuttuğu oruç bizim hanemize yazılmadığı gibi onların icra ettiği genel kulluk da bizim artımız veya eksimiz olmuyor. Onlar örnek olmasına örnektirler, mükemmel örnektirler ama bizim hesabımız, bizim üzerimizden yapılacaktır. Biz de muhasebemizi kendi sürecimiz üzerinden yapmaya mecburuz.
Dün çocuktuk, gençtik, olgunduk. Bugün de şu yaşta veya bu konumdayız. Mevcut durumumuz ne olursa olsun, asla itiraz edilemeyecek bir hakikatin ortasında bulunuyoruz. O hakikat de şudur: Bugün bulunduğumuz durum, öncesi olan bir durumdur. Bugünümüz, dünümüzün üzerine kuruludur. Yarınla alakalı bir değerlendirmenin sıhhatli olması, bugünün düne göre muhasebesine bağlı olacaktır. Hangi yaş ve hangi konumda olursak olalım, her mü’min insan için yegâne tespit budur. Dünü muhasebe etmeden yarını planlamak, yarın üzerinden hayaller inşa etmek makul değildir.
Çocukluğumuz, gençliğimiz ve bizim kendimize dair kararları müstakil olarak verebildiğimiz yaşlılık günlerimiz üzerinden yapacağımız muhasebenin sonuçları, ağır ve üzücü olsa da yarınki kesin gerçeğin kendisinden başka bir şey değildir. Uzaklarda aradığımız şey dünümüzde ve bizdedir. Muhasebe edecek birine de muhtaç olmadan, kendi hesabımızı kendimiz görebiliriz. Bulunduğumuz nokta ile bulunmamız gereken gerçek noktayı kıyas edebiliriz.
Ömrümüzün bir önceki yılı, bir önceki ayı, bir önceki günü hatta bir önceki dakikası üzerinden, yarınımız ve sonramız belli olabilir. Boş verme hakkımız olmayacağına göre yapmamız gereken, muhasebe öncelikli ve zorunlu bir görev olarak durmaktadır önümüzde.
İbadet dosyamızı, yapılması gerekenlerle yapılabilenler açısından açabiliriz.
Rabbimizin üzerimizdeki nimetlerini ele alabiliriz: Gençlik nimeti düşünülmelidir; nerede ve nasıl tüketildi? İlim fırsatları, ebeveyn nimeti, mal nimeti düşünülmelidir. Evlenip iffeti muhafaza etme nimeti, nasıl kullanıldı diye gün gün ele alınabilir? Cami yakınında bulunup da namaza iştirak etmeyen için beklenen muhasebe, iffetini bir kale gibi koruyabileceği nikâh nimeti ile taltif edilme imkanı varken onu değerlendiremeyen için de olmalıdır.
Mü’min kardeşlik nimetini de unutmamalıyız.
Sıhhatimiz, güvenlik içinde sürdürdüğümüz hayatımız, unutulmaması gerekenlerdendir.
Biz, kendi başımıza bir dünyayız. Rabbimizin bütün nimetlerini barındırıyoruz. En başta iman nimeti olmak üzere, üzerimizde onca nimetler ve fırsatlar izlenebilirken dışımızda bir dünya aramamız doğru olmaz. Muhasebe ve ibret için yetecek kadar başlık bizde mevcuttur. Uzaklara gitmeye gerek yoktur. Belki de kendimizden uzak yaptığımız her tahlil, etkisi bizde olmayan sonuçları gösterecektir.
Gençliğimiz, sıhhatimiz, önümüze konan fırsatlar, evimiz, eşimiz ve mü’min kimliğimizle attığımız her adım bizim için muhasebe konusudur. Biz de o konu ile iç içeyiz onca zamandır.