Mülk Allah’ındır. Göklerden yere kadar, dağlardan tek bir çakıl taşına kadar şu kâinatta ne varsa hepsi Allah’ındır. Her şey O’nun mülkündedir ve O’nundur. Kendisine ait bir şey var olduğunu zannedenler bile O’nun mülkünde O’na aittirler. Göklerde ve yerde bu kuralın dışında kalabilecek bir varlık olmadı, olmayacaktır da.
Böyle iman ediyoruz elhamdülillah. İmanımız bu olduğu için de ayağımız nereye basarsa bassın, elimiz neyi tutarsa tutsun hayaller kurup kendimizi bir şeyin sahibi zannetmiyoruz. Karun’un yanılgısına ibretle bakıp duruyoruz. Firavun’un çıldırışına şaşıp duruyoruz. Kim kimin mülkünde haddi aşabilir, yanlış düşünebilir diye hayretler ediyoruz. Mülk Allah’ın ise söz de Allah’ındır, uygun olan öyledir diyoruz. Mülkündeki tasarruflarını sadece tefekkür mantığı ile düşünme hakkımız olduğunu anlıyoruz. Mülk O’nun ise bize ne söz düşer diyoruz. İster diler Musa gönderir, ister diler İbrahim gönderir. Dilerse de Firavun gönderir, Nemrut gönderir. Mülk O’nun değil mi? Söz de O’nundur hüküm de.
Mekke’de de hüküm hakkı Allah’ındır Yemen’de de. Kuzeyde de güneyde de. Ne batı batıdır ne de doğu doğudur sahibine göre. Yukarısı veya aşağısı ne fark eder yaratanı için. Doğu da batı da O’nundur. Olduğu gibi mülkün sahibidir O.
Mü’min olarak namaz kılacağımız zaman yer seçmiyoruz. Mekke’de kıldığımız namazı Yemen’de, Basra’da, Bolu’da, Bitlis’te kılıyoruz. Kul olarak Rabbimizin rızası için kılacağımız namaz her yerde aynıdır. Alnımızı yeryüzünün hangi parçasında secdeye koysak namaz kılmış oluyoruz. Yeryüzü olduğu gibi Allah’ın olunca neresinde namaz kılınırsa kılınsın o namaz namazdır. Oruç da öyledir, zekât da öyledir.
İlk var edildiği andan itibaren bütün zamanların sahibi de Allah’tır. Babamız Âdem aleyhisselamın yaşadığı zamanı yaratıp ona kullandırtan Allah Teâlâ olduğu gibi onun son çocuğunun kullanacağı zaman dilimini de O yaratıp kulunun kullanımına vermiştir. Dün dedelerimizin kullandığı zaman ile bugün bizim kullandığımız zaman, sahibi itibariyle aynıdır. Mü’minlerin kullandığı zaman ile mü’min olmayanların kullandığı zaman da sahibi itibariyle aynıdır. Ne gündüz ile gece arasındaki fark ne de bir mevsim ile diğer mevsim arasındaki fark kul için Rabbine karşı özür nedeni olabilir. Kul için ‘iyi zaman’ ya da ‘kötü zaman’ olamaz. Kim ne zaman yaratıldı ise onun kulluğu da o zaman istenmiş demektir. Nasıl Mekke’deki namaz ile Yemen’deki namaz arasında yer farkından ötürü bir farklılık olmuyorsa kulların yaşadıkları zamanların değişik olması da kul için öne çıkarabileceği ve özür yerine geçecek bir farklılık oluşturmaz. Kim ne zaman yaratıldı ise onun için hayat da o zamandır, imtihan da o zamandır.
İnsanların kendilerinden önceki veya sonraki zamanlara bakarak kendilerini şanslı ya da şanssız görmeleri doğru değildir. Evvel zamanda veya ahir zamanda olmak kurtarıcı da değildir helak edici de. Biz, mülkü ihdas etmediğimiz gibi zamanı da ihdas etmedik. Edemezdik de zaten. Rabbimiz bizi ne zaman ve nerede yaratmayı dilediyse bizim için o yer ve o zaman en uygun olandır. Böyle iman eder ve bununla kazanmaya çalışırız. Nuh aleyhisselamın zamanında olsa idik gemide olur mu idik olmaz mı idik gibi hayali bir macera yerine bugünün gemisinde miyiz değil miyiz incelemesi yapmalıyız. Bu zaman bizim için yaratılmıştır. Bu zamanın sahibi de Allah’tır. Dilemiş ve yaratmıştır.
Bizi de zamanı da yaratmış ve kulluğumuzun sınanmasını dilemiştir. Ne yer ne de zaman bizim meselemiz değildir. Hesabımız bizim meselemizdir. Namaz vaktinde namaz kılıp kılmadığımız öncelikli meselemizdir. Nerede kıldığımız bizim ele almamız gereken bir incelik değildir. Çölde yaratılan orada kılacak, şehirde yaratılan da şehirde. Dün yaratılanlar dün kılacaklardı namazı. Bugünün yaratılmışları da bugün secdede olacak. Biz bugünün kullarıyız. Bugünün sınavı bizim sınavımızdır. Aynı Allah’ın kullarıyız. Aynı imanın erleriyiz. Aynı cennet için umut taşıyoruz. Mülkün de zamanın da sahibi Allah’tır. Biz de O’nun dünkü, bugünkü ve yarınki kullarıyız.