SORU:
Selamun aleykum.
Allahın rahmeti ve bereketi üzerinize olsun. Allah çalışmalarınızı bereketlendirsin Hocam. Benim birkaç sorum olacaktı.
1-) Hasan el Benna’nın meşhur Gençliğe 20 Tavsiyesi’nde çay gibi içeceklerden uzak durmamız gerektiğinden bahsediyordu; bunu nasıl anlamalıyız, ikinci olarak insanlarla kurduğumuz iletişimde çayın konumu ortada, bunu günümüzde uygulamak mümkün mü?
2-) İnsanlarla iletişim halindeyken, davet çalışmalarında nasıl bir tavır izlememiz gerekiyor? Günümüz gençleri daha çok eğlendiren aynı zamanda öğreten eğiticileri seviyor, ciddi çalışmalar ve sohbetler ağır geliyor ve dikkat çekmiyor. Örnek vermek gerekirse birkaç genç abi bir video kanalı kurmuş, sosyal medya üzerinden eğlendiren-öğrendiren konumunda bulunuyorlar, hatta bazen şakaların dozu aşabiliyor, fakat bakıyoruz ki onlara duyulan ilgi, sizin çalışmalarınıza duyulan ilgiden daha fazla ve bu bana anormal geliyor. Bu durumda bizim arkadaşlarımıza veya bizden küçük kardeşlerimize karşı nasıl bir tavır sergilememiz gerektiği hakkında tavsiye istiyorum.
Bir sohbetinizde bir âlimden bahsederken bir kesit sunmuştunuz; “İnsanlar bizi örnek almaya başlayınca, gülmeyi kendimize haram kıldık.” gibi bir ifade kullanmış o şahsiyet. Günümüzde bunu uygulamak ne kadar mümkün?
3-) Yeme-içme meselesi. “Doymadan kalmak” deyimini sık sık duyuyoruz, peki ikram gibi durumlarda tavrımız nasıl olmalı? Karnımız doymaya yaklaştığı halde, anne-babanın davetine icabet etmek taviz olabilir mi?
Allah’a emanet olun,
Selamun aleykum.
CEVAP:
Selamünaleyküm.
Sevgili kardeşim, dava arkadaşım,
Her dava insanının dikkat etmesi gereken çok önemli üç konuyu ele almışsın. İnşaallah sana hayır getirecek bir cevap yazabilirim. Allah Teâlâ yardımcımız olsun.
Allah, Hasan el-Benna’ya rahmet etsin. Ne kadar önemli hususları öne çıkarmış. Doğru dürüst psikolojinin bile bulunmadığı bir zamanda bugün çok daha iyi anlaşılabilen gayet hassas konular onun gündemini oluşturmuş. Dilerim şimdi bulunduğu yerde rahmetlere gark olmuştur. Sana da, onu anmaya vesile olduğun için teşekkür ediyorum.
a- Şu çay meselemiz:
Hüsnü Aktaş ağabeyimiz, on iki eylül ihtilalinden sonra ‘Medeni Vahşet’ isimli bir kitabından ötürü mahkemelerde yargılanmış ve bir zaman da zindanda kalmıştı. Daha sonra o günlerini kitaba taşımıştı. Hatırımda kaldığı kadarı ile orada özeti şöyle olan bir hatırasını naklediyordu.
Hüsnü ağabeyimiz iyi bir çay tiryakisi imiş. Zindan da ise istediği zaman isteği kadar çay vermiyorlarmış. Bir zaman sonra tiryakisi olduğu çayı bulamamak, zindanın en ağır işkencesi gibi gelmeye başlamış ona. Bu nedenle üstad, dava adamı olacakların yiyecek içecek cinsi şeylerin tiryakisi olmamalarını tembihliyordu.
Elhak şunu önemli bir not olarak masamızın üzerine yazmalıyız:
Allah Teâlâ’yı zikirden başka bir şey bizim tiryakiliğimiz alanında kalmamalıdır. Abartılı sevgi ile bağlanılmış eşler, çocuklar, işler, muhabbetler neticede ana kimliğimizi zedeleyecek sonuçlara itmektedir bizi. Allah onlardan razı olsun, ashabı kiramın azameti özellikle yardan, topraktan ve geçmiş birikimlerden sıyrılmalarından ortaya çıkmadı mı? Mekke’yi bile nasıl terkediverdiler. Allah onlardan razı olsun. Ne güzel bir örnek oluşturdular önümüzde.
Bu hususta size inceleyip uygun buluyorsanız kabul edebileceğiniz bir örnek vermek istiyorum. Özellikle bir âlimden nakletmediğim, bana ait bir tespit olduğu için bu mülahazayı koydum örneğimin başına:
Davası olanlar, kendisini ümmetine adadığını düşünenler,
– Aynı evde uzun yıllar oturmamalıdırlar. Aksi durumda evde oturmak yerine ev onların içinde oturmaya başlamaktadır. Değil hicret evden başka bir eve ziyaret dahi zorlaşmaktadır.
– Namazlarını aynı camide yıllarca kılmamalıdırlar, farklı camiler, farklı imamlar görmelidirler. Buna dikkat edilmezse cami, içinde eda edilen namazdan daha orijinal duruma çıkabiliyor.
– Vakıfta, dernekte, medresede uzun yıllar aynı salonları, aynı mekânları kullanmamalıdırlar. Bu da, muhtevadan çok başlığın önemli olmasını, hataların gözlemlenemiyor olmasını, ayıplarda bile hikmet aramayı getirmektedir.
Aynı şehir, aynı mahalle, aynı duvarlar, aynı yüzler bir zaman sonra yok durumuna gelebilir. Yaşanan şehirler, ikamet edilen evler, toplantı yapılan salonlar kurumuş ağaç dalı durumuna gelebilir. İnsan sürekli tazelenen, hareket eden bir varlık iken davası, çalışması donuk biri olduğunda uyumsuzluğu dava üzerinden ödeyecektir. Umarım bu teklifimden ne kastettiğim anlaşılmıştır.
Netice olarak şunu size ağabey olarak tavsiye etmek isterim:
İbadet olan, kulluğumuzla alakalı hususlar dışında hiçbir şey gözümüzde tütmemelidir. Evet, kıymetini yok sayalım anlamında da alamayız bunu. Mesela, dava adamı bir mü’min çocuklarını yokmuş gibi göremez. Bu fıtrata aykırı olur. Çocuklarını gizli bir ilah gibi de tutamaz. Allah, Nebî, Kur’an, cennet, cehennem.. gibi değerlerden sonra nerede durabilecekse çocuk, eş, ev, para.. oraya konmalıdır. Bu yerleştirmeyi beceremeyenlerin dünyaya düzen yerleştirme iddiaları hayalin ötesine geçemez.
Sorunuzdaki örneğe geçelim:
Çay mubahtır. Mubah olan bir şeyin kullanılması nasıl mümkünse çay da o şekilde tüketilebilir. Mubah olan bir şey farza da dönüşebilir harama da dönüşebilir. Mesela çay, bir tedavinin tek imkânı olduğunda farz olabilir. Sağlığa zarar verdiğinde de haram olabilir. Eğer tiryakiliği vazgeçilemez noktaya geliyorsa çayı feda etmemiz bir dava konusu durumuna gelecek demektir.
b- İslam, hayatın bütününü kuşatan bir dindir. İslam’ı yaşamak da yayıp tebliğ etmek de hayatın bütünü dikkate alınarak yapıldığında başarılı olunması mümkündür. Hayatın bir bölümünü ihtiva eden, diğer bölümlerini ikincil gören anlayışla kâinatı kuşatan bir din üzerinden çalışma yapılamaz. Yapıldığı takdirde kısa veya uzun vadede o çalışma aksaklık gösterecektir. Ya çalışanlar o aksaklığı bizzat hissedecekler ya da davalarını devrettikleri kuşaklar onların aksaklığının bedellerini ödeyeceklerdir. Bu nedenle hayatın içinden kopmadan ve sele de kapılmadan yürüyen bir çalışma mantığı oluşturmalıyız. Bunun için de her şeyden önce münferit eylemler yerine cemaat eylemini, bir kişinin düşüncelerinin yerine de şûra ürünü fikirleri öne çıkarmak gerekmektedir. Dinimiz hassas bir seviyede denecek kadar ‘bir lidere bağlı olmayı’ emretmektedir. Hatta Ömer bin Hattab radıyallahu anha izafe edilerek nakledilen şu söz çok önemli bir çizgiyi renklendiriyor: ‘Cemaat olmadan İslam olamaz. Lider olmadan cemaat olmaz. İtaat edilmeyen liderin de liderliği olmaz.’ Lidere itaat ama itaati de kulların kulluğuna dönüştürmeyecek dairede tutma itaatini aramalıyız.
Anlaşılan şudur:
Hep beraber, bir kişi gibi olmaya çalışacağız. Hayatı bütünü ile kuşatacağız. Dışladığımız bir konu olmayacak. Münferit hareket etmeyeceğiz. Kur’an ve Sünnet’imiz atar ve toplardamarımız gibi olacak. Geçmişimizi yok sayarak değil, onların izi üzerinden daha ilerileri gözleyerek yürüyeceğiz. İbadet ve ruh dünyamızı da ihmal etmeyerek Allah’ın yardımını bekleyeceğiz.
Aziz kardeşim,
Belki de sorularının en çözümsüzü gibi duran üçüncü soruya geçebiliriz.
Şu yemek konusunu ele alabiliriz ama ne yapabileceğimizi bilemiyorum. Tam anlamıyla tıkandığımız bir konu olarak önümüzde durmaktadır bu konu.
c- Tıka basa yemeyi zevke dönüştüren bir kültür bizi net bir deyimle ablukası altına almıştır. Gıda kültürü, hijyen gibi şirin kelimeler sadece bir tuzak olarak kalmaktadır. Şunu söylemekte tereddüt etmiyorum, kardeşlerimin de bunu geliştirerek ilkeleştirmelerini faydalı buluyorum:
Bugün bizim Müslümanlar olarak yaşadığımız imtihan dönemimizde. Siyonist baskıyı ve zulmü ne görüyorsak, bizim ve gelecek nesillerimizin imanî ve insanî hassasiyetleri açısından gıda sıkıntısı da aynı ölçüde gündemimizde olmalıdır. Yeme içmede ölçüyü kaçırmış nesillerin bir din davası gütmeleri çok zordur. Değil şüpheliler açık haramlar bile soframıza yerleşmiş durumdadır. Ambalajın
güzelliği haramı gizleyebilmektedir. Anne babalar çocuklarının gıdasını sadece sağlık şartları açısından kontrol etmeyi yeterli bulmaktadırlar. Kaldı ki o sağlık iddiası da ne ipe gelir ne sapa! Vakıfların, derneklerin veya benzeri kuruluşların ‘Kur’an öğretme ve yaz aylarında ilmihal bilgisi verme yanında bir GIDA FIKHI oluşturup, onu eğitim malzemesi olarak değerlendirmeye mecbur olduklarını söylemek durumundayız.
Bu hususta Hacı Bayram Camiindeki dersimiz MÜMİN SOFRASI’nı dinlemenizi tavsiye edebilirim size.
Lütfen dua etmeyi unutmayın. Rabbim yardımcımız olsun. Sıhhat ve afiyet içinde dinine hizmet etmeyi, kulluk imtihanında muvaffak olmayı bize nasip etmesini diliyorum.
Selamünaleyküm.
Nureddin YILDIZ